Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, 06 Kasım 2025
Daha önceki yazılarda da belirtildiği üzere PKK terör örgütünün tasfiyesi Siyaset Bilimi/Uluslararası İlişkiler bilim dalının alt disiplini “Çatışmaların Çözümlenmesi”nin konusudur. Buna göre taraflardan en az birinin “Pes!” etmesi, Tamil Kaplanları gibi “yok edilerek” çözümlenmesi veya her iki tarafın “güvenecekleri” bir aracı vasıtasıyla bir araya gelerek, bu çatışmaya son verme girişiminde bulunması gereklidir. Bu aracı (veya arabulucu) genellikle, her iki tarafı dizginleyebilecek otoriter bir güç ya da güçlerdir.
PKK’nın tasfiyesinde, başlangıçta bu disipline uyulduğu pek söylenemez. Ancak zamanla Öcalan’ın “arabulucu” rolüne evrildiği görülmeye başlanınca konu ele alındı.
Öcalan’a Terörsüz Türkiye Sürecinde Biçilen “Aracı/Arabulucu” Rolü
MHP Genel Başkanı Bahçeli, Öcalan’ı Meclis’e çağırmak suretiyle “terör örgütüyle Türk tipi çatışmaların çözümlenmesi”ni de başlattı. O dönemde taraflar arasında aracı ya da arabulucunun kim olacağı tam olarak kestirilemese de, aradan geçen süre içerisinde bu rolün Bahçeli ile Öcalan’a birlikte biçileceği zannediliyordu.
Ancak daha sonra PKK ve DEM Parti tarafını kontrol edip, onları ikna ve talimatla yönlendirme işleminin sadece Öcalan tarafından yapılabildiği görüldü. Yani PKK ve yanlılarının üzerinde kesin etkisi görülen “aracı” ya da “otorite” İmralı’da cezaevinde tutulan Öcalan’dı.
Bu çözüm sürecinde devlet tarafında otorite sahibi her ne kadar Cumhur İttifakı’nın Cumhurbaşkanı Erdoğan ise de, Erdoğan her defasında topa geç girdiği için devlet tarafı, bir bakıma Bahçeli’nin “emrivaki” çıkışlarıyla hareket edebilmekteydi. Ancak gene de davul Erdoğan’ın boynunda asılı iken, tokmak Bahçeli’nin elindeydi.
Ağustos 2025’te Meclis’te kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”nun taraflar (Devlet ve PKK) arasında aracı olabileceği tartışılsa da, bir süre sonra bunun olamayacağı anlaşıldı. Yani ne TBMM ve Komisyon Başkanı Kurtulmuş, ne de komisyon bu çatışma çözümlemesinde aracı/arabulucu değil, ancak yardımcı rolde olabilirdi.
Zaman zaman PKK ve yandaşlarına verilecek mesaj için DEM Parti’den bir heyet İmralı’da Öcalan’la görüşerek mesajını yayınlıyordu. Ancak son dönemlerde Öcalan’la görüşmek için “Terörsüz Türkiye” komisyonundan bir heyetin gitmesi tartışılmaya başlandı. Aslında pek te yanlış sayılmazdı. Zaten Bahçeli’nin yüzlerce kez “bebek katili” dediği Öcalan, artık “PKK’nın kurucu liderliğine” terfi ettirilmiş ve aracılık konusunda meşruiyet kazanmıştı.
Terörsüz Türkiye Sürecinde Selahattin Demirtaş’a PKK ve DEM Parti Sözcülüğü Rolü
Süreçte öne çıkan bir diğer kişi de DEM Parti’nin önceki adlarından HDP’nin eşbaşkanlarından Selahattin Demirtaş oldu. 2016 yılında “Kobani Davası” sebebiyle tutuklanan ve Mayıs 2024’te diğer suçlarla birlikte 42 yıl hapis cezası verilen Demirtaş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin kesinleşmiş kararıyla tahliye edilmesi gerçeğiyle yüz yüze kalındı
Anayasa Mahkemesi (AYM) 19 Haziran 2020’de Demirtaş’ın Anayasa’nın 17. Maddesiyle korumaya alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine” hükmetmişti. Devamında Aralık 2020’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de “Demirtaş’ın ifade, özgürlük ve güvenlik, serbest seçim haklarının ihlal edildiğine” hükmederek serbest bırakılmasını istedi. Ancak Erdoğan “AİHM Türkiye nezdinde saygı görmek istiyorsa önce dönüp kendi çelişkilerini sorgulamalıdır. Bu şahıs siyasi görevleri veya söylemleri sebebiyle değil, terörle arasına mesafe koyamadığı için milletimizin gözünde de suçludur!” demişti.
AİHM; HDP’nin eşbaşkanları Demirtaş ve Yüksekdağ’ın başvurusunu Haziran 2023’te karara bağlayarak “Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal ettiğine” hükmetmişti.
AİHM, 8 Temmuz 2025’te “Demirtaş’ın Kobani Davası kapsamında yeniden tutuklanmasını ‘hukuki açıdan sorunlu’ olduğu kararını da verdi. Türkiye, karara itirazını son gün olan 8 Ekim 2025’te yapmış, ancak AİHM Yüksek Dairesi de 3 Kasım 2025’te Türkiye’nin itirazını reddederek kesinleşmiş kararını verdi.
Bu gelişmeden bir gün sonra 4 Kasım 2025 TBMM Grup konuşmasında Demirtaş ile Öcalan’ın arasını açmak isteyenleri şiddetle eleştiren Bahçeli, konuşması sonrasında bir soru üzerine “Hukuki yoldan sonuca ulaşmıştır, tahliyesi Türkiye açısından hayırlara vesile olacaktır!” ifadesini kullanmıştı.
Aynı konuda “Bu ülke yargı ülkesidir, yargı ne derse ona uyarız!” diyen Erdoğan ve topu Ankara Bölge Mahkemesi’ne atan Adalet Bakanı Tunç daha temkinliydiler. Burada Erdoğan’ın Türkiye’nin yargı ülkesi değil, “hukuk devleti” olduğunu söyleyememesi ne kadar da ilginç!
Konu Demirtaş’tan açılmışken, son gelişmeler üzerine Bülent Arınç’ın özür beklentisine de değinelim. Arınç, Kasım 2020 ayı içerisinde bir Tv programında Demirtaş ve Osman Kavala hakkında “Tutukluluk cezaya dönüşmemelidir. Her iki isim de tahliye edilmelidir!” demişti. Bunun üzerine Bahçeli 24 Kasım 2020 tarihli grup konuşmasında “siyaset eskisi” diyerek aşağıladığı Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Arınç’ın konuşmasını “çarpıklık, ahmaklık ve suçluyu övmek” şeklinde suçlamıştı. Arınç’tan özür dilenir mi bilinmez ama, Demirel’in “Dün dündür, bugün bugündür!” sözü bir kez daha hatırlanır!
Aslında özür bekleyen sadece Arınç da değil. Şubat 2020’de dönemin CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da Bahçeli’nin “Ne hazin ve hüsran verici bir çelişkidir ki Kılıçdaroğlu’na göre terörist Demirtaş hakkındaki iddianameleri bir madalya olarak göğsünde taşımalıdır. İP Başkanı’nın evine de kahvaltıya gidebilecektir. Peki, asıl mafya, asıl yeraltı dünyasının elamanı Demirtaş değil midir?” şeklindeki sözlerine hedef olmuştu.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin Mayıs 2023’teki Burdur mitinginde Kılıçdaroğlu’nu teröristlere destek olmakla suçladıktan sonra da “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yanlı ve sübjektif kararından medet ummuşsun!” diyerek AİHM hakkında hüküm vermişti. İki yıl önce yanlı karar verdiği ileri sürülen AİHM’de neler değişti de 4 Kasımda ‘hukuki yolu tamamlanan’ ve Demirtaş’ın tahliyesi uygun görüldü? Burada Demirel’in sözünü “Başkası yaparsa yanlış, ben yaparsam mübahtır!”a çevirmek geliyor.
Öte yandan Demirtaş’ın, Öcalan gibi mesajları ve önerileriyle hem PKK ve yandaşları, hem de Türk devleti için “ikna” ya da aracılık konusunda etkili ve yetkili olamadığı bilinse de, en azından DEM Parti ve bölge halkı üzerinde ciddi etkilere sahip olduğu da bir gerçektir. Yani “Terörsüz Türkiye” sürecinde Demirtaş’a ihtiyaç olduğu nettir.
Terörsüz Türkiye Sürecinde Keskin Dil Kullanma Sorunu
Terörün tasfiyesinde şahsen bardağın dolu tarafına bakan ve umutlanan kişilerdenim. Ancak bu konuda 180 derece farklı bir paradigma değişikliği getirilmiş olmasını önemli bir kitlenin hemen kabul edemeyeceği gerçeğini de düşünen ve bu sütunlarda yazan biriyim.
Bahçeli’nin “Terörü adeta geçim ve ümit kapısı olarak telakki ettiklerini utanmadan, sıkılmadan, hiç de yüzleri kızarmadan teyit edenler” şeklinde aynı kefeye koyduğu süreç karşıtı kişilerin çoğunun terörden geçinmediği muhtemelen kendileri tarafından da bilinmektedir. İlgili komisyonda dinlenen ve sürece karşı olmayan terörle mücadelede şehit ve gazi olan emekli asker derneklerinin temsilcileri terör elebaşısına “kurucu lider” denilmesinden duydukları rahatsızlığı ifade ettiler diye suçlanabilir mi?
Veya Türkiye’nin en köklü STK’larından olduğu halde komisyonda dinlenmeyen ve sürece karşı olduğu bilinen Türk Ocaklarının terörden beslendiğini ileri sürmek gerçekçi olabilir mi?
MHP’nin yaz döneminde 9 büyük ilde çevre illerden teşkilatın katılımıyla düzenlediği “Bilgilendirme Toplnatıları”nın amacının da, bırakın milleti, bizzat teşkilat yöneticilerinin “Terörsüz Türkiye” sürecini daha iyi anlayabilmeleri maksadını taşıdığı unutulmamalıdır.
Devlet tarafı süreci “muazzam bir kardeşlik ve kucaklaşma sahnesi” diye nitelerken, herhalde PKK teröristleri ile kucaklaşmayı değil, PKK ve DEM Parti tarafının ısrarla söylediği Türk-Kürt ayrımının anayasal olarak ortadan kaldırılmasını kast ediyor olmalıdır. Bu konudaki bir analizimde “Terörsüz Türkiye ile Türk-Kürt kardeşliğinin getirildiği vurgulanıyor” diye yazınca, Türkiye Cumhuriyeti için gözünü kırpmadan hayatını ortaya koyabilecek Kürt kökenli bir arkadaşım “Celal, daha önce Türk ve Kürt kardeş değil miydi?” diye sordu… Kanaatimce konu devlet ile PKK arasında değil, Türkler ve Kürtler arasındaki çatışmanın çözümlenmesine doğru evriliyor. Bunun böyle olduğunu Öcalan, DEM Parti ve büyük ölçüde PKK tarafı bilirken, devlet tarafı Türklere karşı açık ifadeler yerine dolambaçlı şekilde yaklaşıyor.
Sonuç
Bahçeli’nin dediği gibi “Ok yaydan çıkmıştır!” Hala Öcalan’a Meclis’ten gönderilecek heyeti bekletmek zaman kaybıdır. Bu durumda bırakın İmralı’ya heyet göndermeyi, aksine güvenliği sağlanabilirse İmralı, Ankara’ya getirilmelidir. Bu ifadeye milliyetçi dostlarımın içerleyeceği açık. Ama aslında malumun ilanıdır. Kabul etsek de etmesek de ‘kurucu lider”liğe terfi ettirilen Öcalan, aslında çatışan taraflar arasında “arabulucu” rolüne yükseltilmiştir.
Terörsüz Türkiye’nin hedefine en az hasarla ilerlemesi isteniyorsa, süreci savunanlar ile karşı çıkanlar arasında karşılıklı ifadelerde keskin ve yaralayıcı dil bırakılmalıdır. Hele de PKK terörü konusunda milleti en derin şekilde etkilemiş kesimin, 180 derecelik bir paradigma değişimine kendisi ayak uydurdu diye, tereddüt edenleri en ağır şekilde suçlayıp yaralaması kabul edilebilir mi?
Bu şekilde hareket edenler Osmangazi’nin Hocası Şeyh Edebalı’nın “Artık Bey’sin! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana. Güceniklik bize gönül almak sana. Suçlamak bize, katIanmak sana. Acizlik bize hoşgörmek sana, anlaşmazlıklar bize, adalet sana, haksızlık bize, bağışlamak sana. (…) Sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma ve insanı yaşat ki devlet yaşasın. (…) İşin ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı. Allah yardımcın olsun!” sözünü hatırlamalıdır.
İktidar tarafının “Hiçbir pazarlık yok!” şeklinde, inandırıcılıktan uzak ve sadece “Türkleri” safazan yerine koyan ifadeler de terk edilmelidir. “Kardeşlik ve Dayanışma”dan kastın ne olduğu açıkça ortaya konmalı ve tartışılmalıdır.
