Reşit Kemal AS – 19 Kasım 2025
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, grup toplantısında yaptığı konuşmada duyduğumuza inanamayacağımız bir çıkış yaptı. Bahçeli açıklamasında, “Terörsüz Türkiye hedefinin hayat bulması isteniyorsa, İmralı’ya gitmeye ayak sürümenin bir anlamı yoktur. Herkes 3 maymunu oymaya devam ederse alırım yanıma 3 arkadaşımı İmralı’ya gitmekten imtina etmem.” ifadelerini kullandı.
Bu çıkışa toplumun büyük kesiminden tepki gelirken belli bir kesim de “Bin yıllık devlet aklı” argümanını öne sürdü. Elbette devletimizin 1000 yıllık bir geçmişi ve aklı vardır ancak alınan her kararı doğru kabul edip bunun arkasına sığınmanın da bir faydası yoktur. Zira Bahçeli’nin parti tabanında bile bu fikri benimsemeyenlerin sayısı oldukça fazladır.
Geçtiğimiz ay yaptığım değerlendirmede “Kamuoyunun kabul etmediği hiçbir süreç başarılı olamaz” demiştim. Terörsüz Türkiye sürecinin belli bir noktaya gelmesinin toplumda kabul gördüğü için olduğunu belirtmiştim. Sonrasında yaptığım uyarı ise şu şekildeydi:
“Ancak bundan sonrası, yani örgütsüz döneme geçişin yönetimi, dayatma ya da oldu-bittiye getirilirse, bu kez de yeni bir toplumsal kırılma yaşanabilir. Gerçek barış, sadece silahların susmasıyla değil, milletin gönlünde kabul bulmuş bir birlik iradesiyle mümkün olacaktır.”
Ne acıdır ki, Bahçeli’nin dün yaptığı açıklama sürecin buraya doğru evrildiğini göstermektedir. Toplum tarafından kabul görmeyen bir hamlenin dayatılmasıyla karşı karşıya kalmak üzereyiz. PKK terör örgütünün bölücü elebaşı Öcalan’ın örgütü lağvettikten sonraki süreçte aktif rol oynamasına gerek yokken, süreci devlet eliyle yönetmemiz ve terör belasını bitirmemiz gerekirken, örgüt lideri sürekli ve sistematik şekilde sürece dahil edilmektedir.
Süreç Nasıl Başladı, Umut Hakkı Unutturuldu mu?
Bahçeli, 22 Ekim 2024’te bu süreci başlatırken de “Kitabın ortasından konuşacağım” diyerek yine çok çarpıcı açıklamalarda bulunmuştu.
“Şayet teröristbaşının tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse, “Umut Hakkı”nın kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın.”
Diyen Bahçeli, ülkenin gündeminde adeta bomba etkisi yaratmış, günlerce “umut hakkı”nın ne olduğu, aslında Bahçeli’nin ne demek istediği konuları konuşulmuştu. Sonrasında Öcalan’ın grup toplantısında konuşması ve umut hakkı geri plana atılmış neticesinde de bölücübaşı 27 Şubat’ta İmralı’dan açıklama yaparak örgütü lağvetme çağrısında bulunmuştu.
Ancak bu çağrının öncesi ve sonrasında DEM Partililer her fırsatta umut hakkına vurgu yapmış, Öcalan’ın dışarı çıkması gerektiğini savunan açıklamalarda bulunmuştu. Siyasetin bir kesiminin unutturmaya çalıştığı umut hakkını başka bir kesim sürekli önümüze getirdi ve toplumda konuya ilişkin kaos ortamı büyüyerek arttı.
Devamında terör örgütü PKK, 11 Temmuz’da sembolik olarak Süleymaniye’de silahlarını yakıp lağvetme sürecini başlattı. Orada da silahların teslim edilmek yerine yakılması hadisesi günlerce tartışıldı ancak süreç belirli bir aşama kaydettiği için üzerine fazla gidilmedi.
Asıl mesele bundan sonrasında idi…
YPG ile PKK’yı Birbirinden Ayırma Yanlışına Düşmeyin
Terör örgütü PKK, kendini lağvetme sürecini başlattı ancak YPG’ye dair ne bir çağrı vardı ne de bir adım… Hükümet kanadından zaman zaman YPG’nin de bu sürece dahil olup silahlarını bırakması çağrısı yapılsa da bu konunun yeteri kadar üzerine düşülmediği kanaatindeyim.
YPG terör örgütü lideri Mazlum Abdi’nin sürece destek verdiğini belirten açıklamaları olsa da eylemlerinde bunu hiçbir zaman göremedik. Silahlı gücünde herhangi bir azaltma veya teslim konusunda bir adım atmadığı gibi Suriye’de de özerklik hayalinin peşinden koşmaktadır.
Stratejik İntihara Kalkışmayın
Eğer YPG süreçten ayrı görülürse bu büyük bir yanlış olur. YPG’nin Suriye’nin kuzeyinde kuracağı bir özerklik Türkiye ve bölge için geri dönülmez sıkıntıların başlangıcı olacaktır. Suriye’de bölünmeyi millete kabul ettirmeye çalışmak stratejik bir intihar olacaktır.
Öte yandan YPG güçlerinin Suriye ordusuna katılma kararını da doğru bulmadığımı belirtmek isterim. Zira yarın öbür gün orduda yetkiye sahip olduklarında ayaklanma ile hükümeti devirmeyeceklerinin herhangi bir garantisi yoktur. Bu sürecin sonunda YPG’nin de silah bırakması elzemdir.
Belki dikkatinizi çekmiştir. Duhok’ta düzenlenen 6. Ortadoğu Barış ve Güvenlik Forumu’nda IKBY Başkanı Barzani, Abdi’yi adeta bir cumhurbaşkanıymış gibi karşıladı. Terör sorununda ülkemizin karar vericilerinin Barzani’ye de çok fazla güvenmemesi gerektiği kanaatindeyim.
Kimse bu insanları şirin göstererek, onlarla ilgili zoraki açıklamalar yaparak milletin aklıyla dalga geçmesin. Bu isimler, ABD ve İsrail’in bir sözüyle 180 derece taraf değiştirecek halet-i ruhiyeye sahiplerdir.
Tekrar dönelim ülke içindeki sürece…
İmralı’ya Gidince Ne Değişecek, Süreci Kim Yönetiyor?
Bahçeli’nin inatla İmralı’ya heyet gönderme isteğinin altında ne yatmaktadır? Teröristbaşı, örgütü lağvettiğini duyurmuş ve süreç başlatılmışken, yeniden yüz yüze görüşmenin gereği var mıdır? Bu hamlenin sonrası planlanmış mıdır, planlandıysa sonraki süreç nedir?
Bu ve bunlara benzer onlarca soru Türk milletinin aklında yer edinmektedir. Neden kimse olanları açıkça halka seslenerek açıklamıyor anlam veremiyorum doğrusu… “Terörün bitmesi için herhangi bir pazarlık olmayacak örgüt ya kendini bitirecek ya da ordumuz operasyonlara devam edecek” düşüncesindeyken şimdi neden sürekli Öcalan muhatap alınmaya çalışılıyor. Onun sürece sunacağı daha ne gibi bir katkı vardır. Yoksa sürecin başında ortaya atılıp sonra unutturulmaya çalışılan “umut hakkı” yeniden mi gündeme getirilmek istenmektedir?
Süreci gerçekte kim yönetiyor, bize ne gösteriliyor ne gösterilmiyor şu an muammalarla dolu bir iklimin içindeyiz ancak şunu da unutmayalım ki gerçekler er ya da geç bir gün ortaya çıkar!
Asıl Hedef Neydi?
Terörsüz Türkiye süreci yaklaşık 13 ay önce hayatımıza girdi. Bahçeli’nin ilk açıklamasından biraz öncesindeki döneme gidersek; PKK terör örgütünün beli bükülmüş. Sayısız sınır ötesi ve ülke içi operasyonlarla belirli bir noktaya gelinmişti. Dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da örgütün bitme noktasına geldiğini ve sayılarının oldukça azaldığını belirten açıklamalarda bulunmuştu zaman zaman…
Ne oldu da ülkenin başından defetmeye yaklaştığı bir sorun yeniden gün yüzüne çıkarıldı, başproblem edildi ve süreç başlatıldı merak etmekteyim. MHP liderinin yaptığı bu çıkışa gerçekten ihtiyacımız var mıydı yoksa örgütü bitirme yolundaki operasyonlarımız başarılı şekilde devam mı etmeliydi diye düşünmeden edemiyor insan.
Siyasi Çıkarlar Ters mi Düştü?
Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli, son seçimlerin ardından sürekli kendisinden beklenmeyen hal ve tavırların içine girdi. Mecliste DEM Parti sırası ile tokalaştı, Öcalan’a çağrı yaptı, Demirtaş’ın serbest bırakılması gerektiğini söyledi ve İmamoğlu’nun önce tutuksuz yargılanması gerektiğini ardından da duruşmaların TRT’den yayınlanması gerektiğini ifade etti.
Bundan birkaç sene evvel şu yazdıklarımı biri söylese hayatta inanmazdık değil mi? Ama bu yazılanların hepsini söyledi Sayın Bahçeli. Peki bu söylemlere onu iten sebepler neydi? İddia edildiği gibi Cumhur İttifakı’nda bir ayrılık mı var sorusu akıllara geliyor ister istemez…
Eğer Bahçeli DEM Parti ve CHP tabanına şirin gözükmek, onlardan oy devşirmek veya bir sonraki seçimde onlarla bir ittifak kurma amacıyla bu söylemlerin içine girdiyse bu oldukça büyük bir yanlıştır. Zamanında mitinglerde kürsüden urgan fırlatan zihniyetin şimdilerde İmralı’ya heyet gönderme çabasını anlamlandırmak oldukça güçtür.
Bahçeli’nin muhalefet partilerine yeşil ışık yakmaya çalışması, kendi tabanını da rahatsız etmektedir. Özellikle genç kesim yapılan açıklamaları kabul etmemekte ve partiden ayrılmaktadır. Bahçeli’nin bu itirazlara sırt çevirmeyip ciddiye alması gerektiğinin daha doğru olduğunu düşünüyorum.
Son Söz
Bitmiş bir problemi ülkenin başına yeniden bela ederek bir yere varılamayacağının farkına varılmalıdır. Milletin aklıyla alay edilmeyip gerçekler açık bir şekilde halka söylenmelidir. En başta söylediğimizi de tekrar etmekte fayda var diye düşünüyorum:
Gerçek barış, sadece silahların susmasıyla değil, milletin gönlünde kabul bulmuş bir birlik iradesiyle mümkün olacaktır…

YORUMLAR