Reşit Kemal AS – 27 Aralık 2025
Türkiye’nin Avrupa Birliği serüveni artık bir dış politika hedefi olmaktan çok, kronik bir alışkanlığa dönüşmüş durumda. Yarım asrı aşan bu “bekleme odası” hikayesinde sorulması gereken temel soru:
Avrupa Birliği, gerçekten Türkiye’ye ne katıyor?
Cevap kısa ve net: Kayda değer bir şey katmıyor.
Demokrasi Söylemi mi, Türkiye Sorunu mu?
Avrupa Birliği, Türkiye için hiçbir zaman eşit ortaklık temelinde bir proje olmadı. Daha en başından itibaren Türkiye, siyasi kriterlerle değil, kültürel, demografik ve hatta inanç temelli ön yargılarla tartıldı. Bugün hala “reform yap, bekle; sabret, sus” yaklaşımıyla karşı karşıyayız. Oysa aynı Birlik, kendi içindeki demokratik gerilemelere karşı son derece esnek davranabiliyor. Demek ki mesele demokrasi değil, Türkiye.
Ekonomik açıdan bakıldığında da tablo parlak değil. Gümrük Birliği sayesinde Avrupa pazarını açtığımız söylenir, ancak bu ilişki tek taraflı bir bağımlılığa dönüşmüş durumda. Türkiye, AB’nin sanayi ürünleri için açık pazar olurken tarımda, hizmetlerde ve serbest dolaşımda kapılar hala kapalı. Yani Avrupa kazanıyor, Türkiye “uyum sağlıyor”.
Üyelik Süreci mi, Sürekli Tehdit Mekanizması mı?
Siyasi boyutta ise Avrupa Birliği, Türkiye için bir istikrar çıpası değil, tam tersine bir belirsizlik kaynağı. Her kriz anında “üyelik süreci askıya alındı” tehdidiyle karşı karşıya kalmak, egemen bir devlet için kabul edilebilir değildir. Üstelik bu tehditler çoğu zaman ilkesel değil, konjonktüreldir. Bir gün insan hakları, ertesi gün Doğu Akdeniz, sonra mülteci meselesi… Dosyalar değişir ama tavır değişmez.
En önemlisi de şu: Türkiye artık 2000’lerin başındaki Türkiye değil. Bölgesel bir güç iddiası olan, kendi savunma sanayisini kuran, alternatif ticaret ve diplomasi kanalları geliştiren bir ülkeden söz ediyoruz. Böyle bir ülkenin hala “Avrupa’ya kabul edilir miyiz?” psikolojisiyle hareket etmesi, stratejik bir özgüven sorunudur.
Türkiye’nin Geleceği Kendi İradesinde
Avrupa Birliği, Türkiye için bir hedef olmaktan çıkmıştır. Olması gereken, çok yönlü, bağımsız ve çıkar odaklı bir dış politikadır. Kapısında yıllarca bekleten, çifte standart uygulayan ve Türkiye’yi hiçbir zaman masaya eşit oturtmayan bir yapının, “katma değer” üretmesi mümkün değildir.
Belki de artık şu gerçeği kabullenmenin zamanı gelmiştir:
“Türkiye’nin geleceği, Avrupa Birliği’nin onayında değil; kendi iradesindedir.”



YORUMLAR