Mehmet Hakan KEKEÇ – 10 Eylül 2025
Alâeddin (Bey) Paşa, Osman Gâzi’nin altı oğlundan biridir [1]. Adı kaynaklarda Ali ve Ali Erden şeklinde de geçmektedir [2]. Bazı tarihçiler Alâeddin Bey’in Orhan Gâzi ile aynı anneden doğduklarını ileri sürmekte ise de, Orhan Gâzi’nin annesinin Mevlâna Fakih Ömer’in kızı Malhûn Hatun, Alâeddin Bey’in annesinin ise -Şeyh Edebâli kızı- Bâlâ Hatun olduğu bilinmektedir [3]. Birazdan detaylarına gireceğiz, ama şimdiden aktaralım: Alâeddin Paşa, ilk Osmanlı kroniklerine “tahttan feragat edip dervişlik yolunu seçen şehzade” olarak girmiştir. Bu, Colin Imber gibi septik şüpheci tarihçileri Alâeddin Paşa’nın varlığını sorunlu bulma noktasına kadar götürmüştür. Zira Imber, kronikçilerin kendi dönemlerindeki kardeş katli uygulamasını eleştirmek için geçmişi idealize ettiklerini ve bu amaçla Ali / Alâeddin Bey diye bütünüyle hayalî bir şehzade karakteri uydurdukları yargısına varmıştır [4].
Alâeddin Paşa, babası Osman Gâzi’nin son zamanlarına kadar bazen Bilecik’te dedesi Şeyh Edebâli’nin, bazen de Yenişehir’de babasının yanında kalmıştır. Kardeşi Orhan Gâzi ise bu sırada, 1305’ten beri seferlerde kumandan olarak ordunun başında olduğundan babasının ölümü sonrasında olaysız bir şekilde beylik tahtına oturmuştur [5]. Fakat kronikler yine de Orhan Gâzi’nin babasının vefatından sonra tahtı Alâeddin Paşa’ya bırakmak istediğini anlatır. Alâeddin Paşa ise bunu kabul etmez. Imber, az evvel bahsettiğimiz gibi bu feragat hadisesini “Alâeddin Paşa’nın uydurma bir karakter olması” noktasına kadar götürse de, kronik yazarlarının -bu hadise üzerinden- yakın zamanda mücadele içerisine giren/girecek olan şehzadelerin kulaklarına bir şeyler kaçırmak istedikleri de kesindir. Zira bu metinler salt geçmişe yönelik bir tecessüs nedeniyle oluşturulmuş metinler değildir. Aynı zamanda manevi önderler olan kronik yazarları (mesela Âşıkpaşazâde bir Zeyniyye şeyhidir) “nasihat” vermek istedikleri zaman geçmişi ideal bir ‘mistik köken’ haline getirip araç kıldıkları tartışmasız bir gerçektir.
Âşıkpaşazâde’nin bu tahttan feragat hadisesini aktarımı şu şekildedir: “O zamanda Ahı Hasan vardı ki, onun tekkesi de vardır. Bursa Hisarı’nda Bey Sarayı’na yakındır. O zamanda olan azizler toplandı… Orhan Gâzi, kardeşine dedi ki: ‘Sen ne dersin?’. Kardeşi Alâaddin Paşa: ‘Bu ülke senin hakkındır. Buna çobanlık etmeye bir padişah gerek ki, memleketin işlerini görüp başara. Padişaha iş görecek lüzumlu şeyler ister. Padişaha lüzumlu olan şeyler bu atlardır. Koyunlar da padişah şöleninin gerektirdiği şeydir. O hâlde, bizim bölüşecek neyimiz var ki bölüşelim.’ dedi. Orhan Gâzi: ‘Öyle ise, gel o çoban sen ol.’ dedi. Alâaddin Paşa: ‘Kardeş! Babamızın duası ve himmeti seninledir. Onun içindir ki, kendi zamanında askeri senin yanına vermişti. Şimdi Çobanlık dahi senindir.’ dedi. Azizler de bunu kabul etti. Orhan Gâzi: ‘Öyle ise sen bana paşa ol.’ dedi. Alâaddin kabul etmedi. Dedi ki: ‘Kite ovasında Fudura derler bir köy vardır. Onu bana ver.’ Orhan kabul etti. O köyü ona verdi. Alâaddin Paşa da Kükürtlü’de bir tekke yaptı. Bursa’da Kaplıca Kapısı’ndan içeri girildiği yerdir. Hisar içinde de bir mescit yaptı. Onun yanında oturdu.” [6]
Bu noktada hikâyede adı geçen Ahi Hasan’a bir parantez açmak isterim:
Ahi Hasan, Orhan Gâzi ile kardeşi Alâeddin Paşa’yi “Azizlerin huzurunda” kendi zaviyesinde bir araya getirmişti… Öyleyse kuruluş sürecindeki merkezi rolünü tahmin etmemiz o kadar da zor değildir. Ahi Hasan, Osmanlı Devleti’nin kurulmasında önemli hizmetleri geçen Ahi Şemseddin’in oğludur. Bu Ahi Şemseddin’den seyyah İbn Battuta Bursa kısmında bahseder. Ahi Şemseddin aynı zamanda Osman Gâzi’nin kayınpederi olan Şeyh Edebali’nin de kardeşidir. Ahi Hasan’ın kendisi de Osmanlı Devleti’ne büyük hizmetlerde bulunmuştur. Bursa’nın alınışını kolaylaştırmak üzere şehrin güneyindeki Atranos (Orhaneli) kalesine gerçekleştirilen kuşatmaya Köse Mihal ile birlikte katılmıştır. Bursa, uzun süreli kuşatmaya daha fazla dayanamayıp teslim edildiğinde ise Ahi Hasan kale burcuna ilk çıkan kişiler arasında yer almış ve bazı rivayetlere göre buradaki ilk ezanı -Fetih Kapı civarındaki surların üzerinden- okumuştur. Bursa Hisar bölgesine saraya yakın bir yerde (Şimdiki Ortapazar Caddesi civarı), İl-Erioğlu Ahmed Bey’in yaptırdığı mescidin yanında (bu mescitten sadece Neşrî bahsetmektedir) bir zaviye yaptırmıştır. Ne yazık ki bu zaviyeden bugüne herhangi bir iz ve kalıntı kalmamıştır [7] [8].
Velhasıl… Neşrî’de yer alan ‘tahttan feragat olayı’ Âşıkpaşazâde’nin anlatımıyla bire bir paralellik göstermektedir [9]. Mezkur iki kaynakta Orhan Gazi’nin kardeşi Alâeddin Paşa’nın taht şöyle dursun vezaret görevini dahi kabul etmediği açıkça zikredilmektedir. Bu noktada ortaya çıkan sorun şudur: Kimi kaynaklarda Orhan Gâzi’nin veziri olarak geçen Alâeddin Paşa ile kardeşi Alâeddin Paşa farklı kişiler midir?
Ahi Hasan Zaviyesi’ndeki meşveret meclisi sonrasında -Oruç Beğ Tarihi’nde tafsilatıyla yer alan- kafa karıştırıcı bir hadise gerçekleşmiştir. Okuyalım: “Bir gün Ali Paşa (Alâeddin Paşa) karındaşı Orhan’a dedi kim: ‘Ey karındaş! Şimdiden girü leşkerün ziyade oldu. İslâm leşkeri artdı. Muhammed dîni şevket dutup günden güne ziyade oldu. İmdi sen dahi âlemde bir nişan ko. Bir resm ki anunla anılasın’ dedi. Orhan Gazi eyitdi: ‘Ey karındaş! Sen ne dersen eyle olsun’… Ali Paşa eyitdi: ‘Ey karındaş! Kamu leşkerin kızıl börk giysinler, sen ak börk geygil, ve sana ta’alluk olan dahi ak börk geysünler. Bu dahi âlemde bir nişan olsun’… Orhan Gazi bu sözü kabul edüp adam gönderüp, Amâsiyye’de Hacı Bekdaş el-Horasanî’den icazet alup, ak börk getürdüp evvel kendü giydi…” [10]
Şimdi biraz tartışalım…
1) Alâeddin Paşa, vezaret görevini -dervişlik uğruna- reddetmesine rağmen leşker nizamı gibi ciddi bir mevzuda devlet işine dahil olmuştur. Açıkçası bu biraz tuhaftır… Öyleyse vazifeyi neden kabul etmedi? Bu noktada biraz beyin fırtınası yapalım: Osmanlı kronikleri Alâeddin Paşa’ya “vezirlik istemem, ben dervişlik edeyim” dedirterek esas tarihî hadiseden ‘dervişlere öğüt vermek adına’ kısmen sapmıştır. Mezkur bab, Osmanlı İmparatorluğu’nun İstanbul ve Saray merkezli kurumsallaşmaya başladığı yıllarda -kuruluştan itibaren merkezi bir rolde olan- dervişlere yeni düzende durmaları gereken yeri göstermektedir. Yani esasında Alâeddin Paşa sahiden de vezaret görevinde bulunmasına rağmen kronik yazarları “derviş dediğin de köşesine çekilmeli” nasihatini güçlendirebilmek için Alâeddin Paşa’ya bir inziva kurgusu hazırlamıştır.
Alâeddin Paşa’nın 1333 tarihli bir vakfiyesi bulunmaktadır. Bu vakfiyede geçen “emîr-i kebîr mücâhid fî sebîlillâh (…) avni’l-guzât ve’l-mücâhidîn” ifadesi (Abdülkadir Özcan – “Alâeddin Bey”, TDV İslâm Ansiklopedisi), köşesine çekilmiş bir dervişi tanımlamaktan oldukça uzaktır. Hoş, kuruluş döneminde dervişlerin ekseri gazi oldukları (alp-eren) vakıadır. Fakat buradaki sorun “köşeye çekilme” kısmında doğmaktadır. Üstelik bahsedilen kişi Osman Gâzi gibi bir cengaverin oğluysa… Bursa anıtları, tarihi, vakıfları ve şahsiyetlerine oldukça hakim olan Kazım Baykal, Alâeddin Paşa’nın bir seferde şehit düştüğünü söylemektedir [11]. Kazım Baykal direkt anmasa da bu görüşünü İsmail Beliğ’den devşirmiştir [12].
Alâeddin Paşa’nın vezaret görevini reddettikten sonra Kükürtlü’deki (Çekirge’nin alt kısmıdır) tekkesinde meskun olduğu kimi tarihçiler tarafından iddia edilse de bu tekkeye dair hiçbir iz bulunamamıştır. Mezkur tekkenin varlığı Alaaddin Bey Evkâfı’nın gelir ve giderlerini gösteren 1006- 1007/1597-1598 tarihli muhasebe defterinde ispat olunmuştur. Fakat bugün bu tekkeden tek bir iz dahi yoktur. Zaten Âşıkpaşazâde’nin net bir şekilde anlaşıldığı üzere Alâeddin Paşa bu tekkede değil, mescit inşa ettirdiği Hisar’da -yani Bursa Beg Sarayı inşa olunacak alanın tam karşısında- yaşamıştır.
2) İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Hüseyin Hüsameddin’in bir çalışmasına dayanarak, vezir Alâeddin Paşa ile şehzade Alâeddin Bey’in birbirine karıştırıldığını iddia etmektedir [13]. Bu anlatıma göre Şehzade Alâeddin Bey cengaver bir beylerbeyidir. Şehadetinden sonra bu görev Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa’ya geçecektir. Daha sonra da I. Murad tahta geçmeden evvel bu vazifeyi sürdürecektir. Sürekli hanedandan birinin yürüttüğü bu görev en sonunda Lala Şahin Paşa’nın olacaktır. Çandarlı Kara Halil zamanında ise beylerbeyi görevi ile vezirlik bir elde toplanacaktır. İşin en başında bir de vezir Alâeddin Paşa vardır. Bu kişinin Alaêddin b. Hacı Kemaleddin olduğu düşünülmektedir. Zaten Asporça Hatun Vakfiyesi’nde bir vezir Alaêddin Paşa bir de ayrıca şehzade Alaêddin Bey’den bahsedilmektedir [14].
Cârullah bin Fehd gibi kimi Arap kaynakları (Tagrıberdi, İbn Hacer) Erden Ali diye andıkları Alaêddin Bey’in Osman Gazi’den sonra tahta geçen isim olduklarını söylerler [15].
Tüm bu anlatılanlardan nasıl bir sonuca varabiliriz?
Anlaşılan o ki ilk kronik yazarları vezir Alaêddin Paşa ile şehzade Alaêddin Bey’i birbirine karıştırmıştır. Beylerbeyi vazifesini yürüten şehzade Alaêddin Bey, ordu nizamı ile ilgili öneriler getirip bunlar da Orhan Gâzi tarafından kabul edildiği için bu karışıklık kimi modern çalışmalara da sirayet etmiştir. Oysa ki gazalara katıldığı vakfiyesinden de açıkça belli olan şehzade Alaêddin Bey’in kardeşi Orhan Gâzi’ye böyle bir öneriyle ulaşması oldukça tabidir. Bu sırada vezirlik görevini yürüten bir başka Alaêddin Paşa bulunmaktadır.
Kronik yazarları Orhan Gâzi’nin tahta geçmesini Alaêddin (Paşa) Bey’in feragati üzerine kurgulamıştır. Zira Alaêddin Bey bir derviştir. Alaêddin Bey’in bir derviş olduğu fikrine John Kingsley Birge de -Oruç Beğ Tarihi’ne dayanarak- katılmaktadır. Hatta bu sırada Amasya’dan Hacı Bektaş-ı Velî’den icazet ve dua alınmasını (Oruç Beğ, anlatının bu noktasında Baba İlyas Horasanî geleneğinden gelen birini anakronik bir şekilde Hacı Bektaş-ı Velî olarak aktarmıştır) Alaêddin Bey’in Bektaşîliği ile açıklamıştır. Alaêddin Bey’in bir beylerbeyi olarak ilk gazalara katılırken çevresinde yer alan gazi-erenler ile abdalları ve dedesi Şeyh Edebali’nin Hacı Bektaş Velî ile Elvan Çelebi tarafından aktarılan yakınlığını hesap edersek Birge’nin bu görüşünü neredeyse isabetli bulabiliriz [16]. İşte bu Bektaşîlik temayülü, ilk kronik yazarlarına “dervişler köşelerine çekilsin” nasihati için bir ilham olmuştur.
Nihayetinde tüm cümleler birer zandan ibarettir. Nihayetinde bir yorumlama gayretidir. Alaêddin Bey’in hayatını net bir şekilde aktaracak vesikalar bugün elimizde yoktur. Öyle ki muasır Bizans kroniklerinde Orhan Gâzi ile Alaêddin Bey’in taht için mücadele ettikleri dahi söylenmektedir. Amasya Tarihi müellifi Hüseyin Hüsameddin de bu görüştedir. İbn Kemal de Alaêddin Bey’in ahilerin baskısıyla kenara çekildiğini belirtir. Elbette tüm bu görüşler hâlâ tevsik edilmeye muhtaçtır [17].
[1] İ. Hakkı Uzunçarşılı – “Gâzi Orhan Bey Vakfiyesi”
[2] Abdülkadir Özcan – “Alâeddin Bey”, TDV İslâm Ansiklopedisi
[3] Haşim Şahin – Dervişliği saltanata tercih eden bir Şehzâde: Osman Gâzi’nin oğlu Alâeddin Bey, Bursa Günlüğü Sayı 10
[4] Hakan Erdem – “Bu Alâeddin de Derviş Oldu Diyeler”, Karar Gazetesi
[5] Halil İnalcık – “Osman I”, TDV İslam Ansiklopedisi
[6] Necdet Öztürk – “Âşıkpaşazâde Tarihi”
[7] Saadet Maydaer – “Klasik Dönemde Bursa’da Bir Semt: Hisar”, Doktora tezi
[8] Osman Çetin – “Bursa Gezileri”
[9] Necdet Öztürk – “Neşrî Tarihi”
[10] Necdet Öztürk – “Oruç Beğ Tarihi”
[11] Kazım Baykal – “Bursa ve Anıtları”
[12] İsmail Beliğ – “Güldeste-i Riyâz-ı İrfân”
[13] İ. Hakkı Uzunçarşılı – “Alâeddin Paşa”, İslâm Ansiklopedisi, I, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi
[14] Sezai Sevim ve Hasan Basri Öcalan – Osmanlı Kuruluş Dönemi Bursa Vakfıyeleri
[15] Carullah b. Fehd – “Osmanoğlu’na Övgü”
[16] John Kingsley Birge – “Bektaşîlik Tarihi”
[17] İbn Kemal – “Tevarih”
YORUMLAR