Fatih ÜNLÜ – 31 Ekim 2025
Âlemlerin Huzur ve Mutluluğunu
Dünyada tek bir anda bile sayısız iş ve eylem meydana geliyor. Tercih sahibi bir varlık olarak insanın da bu işlerde büyük bir rolü var hiç şüphesiz. Ama mutlak manada her güzel iş Allah’ın bize birer ihsanı.
Bizi alıp götüren müziğin güzelliği, mutlu veya zor anlarımızda yanımızda olan dostlar, o çok sevdiğimiz manzara, kitaplar veya acıktığımızda kendisiyle doyduğumuz türlü türlü nimetler. Ve hastalıklarımızın şifa bulması. Bunlar hep Allah’ın kullarına olan ihsanları. İşte:
Âlemlerin şifasını Allah gönderiyor.
Âlemlerin rızkını Allah gönderiyor.
Âlemlerin iyiliğini Allah gönderiyor.
Âlemlerin ilmini Allah gönderiyor.
Âlemlerin huzur ve mutluluğunu Allah gönderiyor. 
Ve hakeza… İnsan da meraklı bir kâşif gibi bütün bu ihsanları, bu güzellikleri keşfetmekte mahir bir varlık…
Bunlar güzel de âlemlerde kötülükler de var denilebilir. İmtihan dünyasında tercih sahibi kulların olduğu yerlerde elbette var. Ama bu da geçici bir hâldir ve elbette ancak Allah’ın İzniyledir. O kötülüklerin birçoğu da bize ulaşmadan çevrilir. Tek bir iyilik bile birçok kötülüğü savabilir.
Sonuçta bıraktığı izler dışında imtihan bitip de ömür tükenince, en kötü kişilerin bile şerri kesilir. Nice Nemrutlar, Firavunlar ve nevzuhur zalimler hayatlarında asıp keserken ömür tükenince hiçbir şey yapamaz hâle gelirler.
Bu manada hayat ve unsurları ya bizatihi iyidir ya da sonuçlarıyla iyidir. Şerde de insanın tercihine bakan çok güçlü bir yön vardır. Zaten insanın başına en büyük belaları açan ya da başkalarına zarar vermesine sebep olan kendi yanlış tercihleridir. Hüsün, hayır ve şer bahsinde, Bediüzzaman hazretleri On sekizinci Sözde ve On üçüncü Lem’ada şöyle der:
“Her şeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir.”
Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.”
“Halk-ı şer şer değil; belki kesb-i şer şerdir. Çünkü halk ve icad umum neticelere bakar. Bir şerrin vücudu çok hayırlı neticelere mukaddeme olduğu için, o şerrin icadı, neticeler itibarıyla hayır olur, hayır hükmüne geçer.
Meselâ ateşin yüz hayırlı neticeleri var. Fakat bazı insanlar, sû-i ihtiyarıyla ateşi kendilerine şer yapmakla, “Ateşin icadı şerdir” diyemezler.
Öyle de, şeytanların icadı, terakkiyât-ı insaniye gibi çok hikmetli neticeleri olmakla beraber, sû-i ihtiyarıyla ve yanlış kesbiyle şeytanlara mağlûp olmakla, “Şeytanın hilkati şerdir” diyemez. Belki o, kendi kesbiyle kendine şer yaptı.”
Bu imtihan dünyasındaki türlü iyilikler biraz gayretle ebedilik kazanabilir ve bir hayır bire yüz, bire bin verir, bire sonsuz da verebilir. Kötülükler de biraz dikkatle insan için birer derse, tefekkür ve iyiliğe dönüşebilir.
Dua
Hatalarımızdan geçip sayısız nimetleri bize sürekli bahşeden Zatına sonsuz hamd-ü senalar ediyoruz ey Rabbimiz! Bize Kâinatın matlubu olan Rızanı ve razı olduğunu ihsan eyle.
Ve kötülere fırsat verme ye Rabbi!
Sen bu kadar iyiyken…
Kötülüğü kasır, hayrı müzdad eyle ya Rabbi!
Samanyolunda Ziyafet ’ten – Üstad Sezai Karakoç
Kutsal sözleri diriliş tohumları gibi ek ruhuna. Ve ondan bitecek, yükselecek hakikat ağacının yemişi seni Cennet’e götürecek, Tûba’ya götürecektir. Yoksa daha bu dünyada iken Cehennem sana gelmiş, ulaşmış olacaktır. Daha bu dünyadayken Cehennem’le cezalanmaya başlayacaksın. Adeta Cehennem senin öteye geçmeni beklemeden buraya gelip sana saldırıya geçmiştir.
Zaten sanma ki öte dünya, bu dünyadan bıçak kesimi ayrıdır. Bu dünyadasın ve her an öte dünyadasın da. Yaptığın her fiil, şimşek hızıyla hedefine varmakta ve mutlaktaki karşılığını bulmaktadır.
Sen, fânî olan sen, ebedîlik içindeki konumunu, bilsen de bilmesen de almaktasın. Bu durum alıştan, bu değerleniş, değerlendirilişten ayrılamazsın. Her an ölçülmekte, tartılmaktasın. Allah’ın görünmez terazilerinde tartılmaktasın. Görünmeyen kalemler kayıtları tutmakta, hesaplar görülmekte, cezalar hemen uygulanmaya başlanmakta. Çektiğin azaplar, acılar bir uvertürdür, bir başlangıç, bir örnektir, öteye açılan pencerelerdir.
Namazda Dünya Değil, Dünyada Namaz.
Önce Namaz. “Önce gözümüzün nuru Namaz.”
Bir şekilde dünya düşüncesiyle namazlarıma zarar verdiğim, belki heba ettiği anlar ne yazık ki çoktur.
Oysa bize gereken “Namazda dünya düşüncesi değil, dünya işlerinde de namazı gözetmektir. Bize dünya işleriyle meşgulken de güzel bir namazın özlemi gerekir.
Çünkü “Namaz Dinin direğidir”, günde beş vakit verilen bir ahittir, en güzel dünya hatırası ve eşsiz bir niyaz anıdır.
Çok muhlis bir arkadaşımız şöyle diyordu:
“Ey gafil nefsim, dünyada namazdan daha kıymetli bir şey var mı ki sen namazda namazı değil de başka şeyleri akla getiriyorsun! Daha doğrusu vakte hazırlıksızlıklarınla buna zemin hazırlıyorsun.”
Biliyorsunuz, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) aleyhisselam “Gözümün nuru namaz” buyurdular. En yakın bir dost gibi bildiği gözünün nuru namazda uzun secdelerde Peygamberimiz aleyhisselamın gözyaşlarından toprak ıslanırdı. Mağfur ve masum olduğu için kendisi için değil de ümmeti için ve ileride başa gelecek zorlu anlar için ağlardı.
Namaz Peygamberimiz aleyhisselam ve mübarek arkadaşları için bir miraç gibiydi.
Bir savaşta Hz. Ali Efendimizin ayağına bir ok batmıştı. Çıkarmak için çok uğraşmışlar ama çıkaramamışlardı. Çok ta acı veri veriyordu. Bir rivayetle Hz. Fatıma annemizin tavsiyesiyle, Hz. Ali namaza durduğu zaman okun çıkarılmasına karar verdiler. Nafile namazı kılmaya başlayan Hz. Ali secdeye kapanınca, oku kuvvetle çektiler ve çıkardılar. Namazı bitirince “Oku çıkardınız mı?” diye soran Hz. Ali’ye oradakiler “Çoktan çıkardık.” dediler…
Yine Hz. Ali’nin namaz vakti gelince, vücudu titremeye başlar ve yüzü sararırdı. Sebebini soranlara şöyle derdi:
“Yerle göğün kaldıramadığı, dağların taşımaktan aciz kaldığı bir emaneti eda etme vakti gelmiştir. Onu kusursuz olarak yapabilecek miyim, bilemiyorum.”
Allah’ın Arslan’ı olarak nitelendirilen, Cennet’le müjdelenen ve Hülefa-i Raşidin’in dördüncüsü olan Hz. Ali bile namazda bu kadar dikkatliyken ben kendi adıma – belki çoğumuz da öyleyiz- çoğu zaman o kadar rahat hareket ediyorum ki…
Hazret-i Ebû Bekir -radıyallahü anh- namazını öyle bir hûşu ve kalp huzuru ile kılardı ki hiç kıpırdamadan sanki bu âlemden ayrılır giderdi. O da kulların iyiliğinin ve akıbetinin derdini çok çekerdi.
Büyükler de namazda önlerinde hesabı, Cennet ve Cennet ve Cehennemi hisseder gibi ihlas ve huşu ile kılarlardı.
Rabbimiz bize de sanki öbür tarafa bir gidip gelmiş ve yeniden var olmuş gibi huşu dolu namazlar nasip eylesin.
İsteyeceklerimizi
İsteyeceklerimizi Sen’den istemeyi unuttuğumuz anlarımızı bağışla Rabbim!
Kalben, zihnen veya fiilen yanlış şeyler istediğimiz anlarımızı bağışla.
Ve yaptıklarımızı… Bizi bize bırakma Rabbim!
Bizi Rahmetinden gayrısına bırakma.
İstek ve duanın gücünü keşfedip bu gücü hayırda kullanmayı nasip eyle bize.
Niyaz, istek ve yönelişlerimizi arındır;
Bizi Razı Olduğuna yönelmekten ayırma Rabbim!


 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										 
										
YORUMLAR