Rabia YAVUZ – 05 Haziran 2025
Modern dünyada en çok eksikliğini çektiğimiz şey ne olabilir? Sevgi mi, anlam mı, hakikat mi? Belki de en çok yitirdiğimiz şeylerin başında sessizlik gelir. Gürültülü bir çağda yaşıyoruz: Reklamların, ekranların, bitmeyen vaatlerin, ölçülebilir performansların çağında. Her şey görünür olmalı, sayılmalı, tüketilmeli.
Ve belki de tam bu yüzden, hiçbir şey yeterince yaşanamıyor. Yeterli de gelmiyor. Modern birey her şeye ulaşabilir durumda, her şeye sahip olmak ister, hatta öyle olduğunu da sanır, ama yine de hiçbir şeye ait değildir. Çünkü ait olmak için önce vazgeçebilmek gerekir. Oysa vazgeçmeyi unuttuk. Sadakatle beklemeyi, durmayı, sabretmeyi. Kurban Bayramı ise tam da bu unutulmuş ahlaka bir çağrıdır: Vazgeçişte yankılanan bir sadakat dersi.
Kurban, bir hayvanın kesilmesi değildir sadece. Olsa olsa onun bahanesidir. Asıl mesele, insanın kendi içindeki “egemenlik” fikrinden bir nebze olsun feragat etmesidir. Baba İbrahim’in oğlunu kurban etme çağrısına icabet etmesi, onun Allah’a duyduğu sadakatin sınırlarına işaret eder. Bu bir itaati değil, özgürlüğün özüne dönüşü temsil eder. Çünkü gerçekten özgürlük, yalnızca nefsine hükmeden değil, aynı zamanda kendinin sandıklarından da vazgeçebilecek kadar insan olduğunu bilmektedir.
Sadakat ve Erdemin Sessizliği
Erdem, bir kulak verme, duyma, duyumsama ve duyduğuna sadakat gösterme duyarlılığıdır. Modern çağın gürültüsünde erdemlerin sessizce kaybediliyor. Geleneklerin unutulması gibi, içlerinin boşaltılıp tüketim araçlarına dönüşmesi gibi kendinden büyük olana yönelme kabiliyetini de yitiyor, özün boşaltıldığı kimi kabuklar kalıyor. Kurban ise bu kabiliyeti hatırlatır bizlere.
Çünkü teslimiyet, her çağda dönüştürücü bir eylemdir. İnsanı küçültmez; aksine, onu kendi büyüklenmesinden korur, kurtarır. Ne çok şeyi bilmeye çalışıyoruz, ama ne kadar az şeyi anlamaya razıyız! Kurban ise anlamaya çağırır. İçimizdeki mülkiyetçiliği, her şeyi kendi aklımıza sığdırmayı isteyen tarafı, biraz olsun kesmeye. Bazen bilmek değil, eğilmek gerekir. Sınırlarımızın önünde eğilebilmenin onurunu yeniden öğrenmeliyiz.
Kurban Bayramı’nın ardında yatan kıssa, bir Baba ile bir Oğul arasında geçer. Ama aynı zamanda insan ile Yaradan, insan ile kendisi ve insan ile diğerleri arasında da geçmektedir. Bu çok katmanlı anlatı, bir anlatı olmaktan çok daha fazlasıdır; o bir deneyimdir. Modernlik, bu deneyimi sadece sembollerle değil, içeriğiyle de boşaltma eğilimindedir.
Modernliğin Boşalttığı Anlam ve Kurbanın Hatırlattıkları
Kurban artık “et tüketimi”nin arttığı bir dönem, “folklorik” bir gösteriye indirgenmiştir. Oysa kurban, en az konuşulan ama en çok yaşanan hakikatlerden biri. Kurban edilen hayvan, bir gösteri nesnesi değil; insanın kendi arzularını, bencilliğini, kendini tanrılaştırma çabasından vazgeçtiğini teslim eden bir simgedir.
Sadakat sevginin kalıcı biçimi olarak tanımlanabilir. Kurban ise sadakatin sahnelendiği o kadim anlatının yeniden yaşatılması çabasıdır. Modern birey, sadakati yitirdi: Doğaya, topluma, başkalarına, hatta kendi özüne bile. Her şey geçici, her bağ zayıf, her ilişki performansa endeksli.
Oysa kurban, yalnızca vermek değil, ait olduğunu hatırlamak demektir. Ne zaman ki bizler, ait olduğumuzu unuturuz; o zaman sahip olduğumuzu sanırız yanımızdaki yöremizdekilere. İnsanın Tanrı’ya, evrene ya da sadece kendi içindekileri aşan şeye ait olduğu düşüncesi; onun varoluşuna tevazu kazandırır. Kurban da işte bu tevazunun eyleme geçmiş biçimidir.
Hac: Yolculuğun ve Tevazunun Ritüeli
Hac ise bu teslimiyet anlatısının coğrafyasını sunar. Yalnızca fiziksel bir yolculuk değil, içsel bir dönüşüm alanıdır Mescidi Haram. İnsanlar sınıf, ırk, unvan, cinsiyet ayrımlarından sıyrılır; aynı beyaz giysilerle, aynı yönü işaret ederler: Kâbe’nin etrafında dönerler. Bu dönüş, yalnızca fiziksel bir hareket değil, ruhsal bir döngüdür. Modern dünyada zaman lineerleşmiştir; hep ileri, hep daha hızlı olmaya ayarlanmıştır.
Ama Hac ibadetinde zaman da eylem de döngüseldir. Beklemeyi, tekrar etmeyi, sabrı kutsar. Belki de bu yüzden modern bireyin en zorlandığı ibadetlerden biridir Hac. Çünkü o, beklemeyi değil, tüketmeyi öğrenmiştir. Ama Hac, tüketmenin değil; bir yanıyla tükenmenin ritüelidir.
Dinler insan canlısının anlam bulduğu adreslerin başında gelir. Hayata, olan bitene anlam katar. Bu nedenle dindar olmadan da kutsal yaşanabilir. Hac da tam olarak bu yaşantının bedenleşmiş hâlidir. Kutsalı göstermek değil, yaşamak esastır. Hacılar gösteri yapmaz; içsel bir tevazu ile hareket eder. Oysa modern zamanların haccı, çoğu kez bir seyahate, bir “turistik deneyime” indirgenmiş gibi. Konforlu plazalar, pazarlanan turlar. Gerçek Hac ise, yola çıkmanın ve geride bir şey bırakmanın felsefesidir. Tıpkı İbrahim gibi. Onun göçü, yalnızca bir coğrafi hareket değil, bir ontolojik terk ediştir. Hac da böyle bir terk ediştir. Bazen her şeyden vazgeçerek, çok şeye sahip oluruz.
Kurban ve Hac: Vazgeçiş ve Yolculuğun İkili Öğretisi
Kurban Bayramı ve Hac ibadeti birlikte düşünüldüğünde, insanın iki temel yetisini hatırlatır: Kurban olabilmek ve yola çıkabilmek. İlki, vazgeçmenin estetiğidir. İkincisi, yer değiştirme ve kendini aşma iradesidir. Her kurban bir feda edimidir. Her yolculuk bir arayıştır. Belki de her arayış ta zaten o an olduğunuz kendinizden bir vaz geçiş değil midir?
Daha güzeline ulaşmak için elimizdekilerden vaz geçebilmek. Sevgi Yaradan’a ulaşmanın en sade ve en derin halidir. Kurban ve Hac, bu sevgiyi ete kemiğe büründüren ritüellerdir. İbadetin en güzel biçimi, sevgiyle yapılanıdır.
Bugünün dünyasında bu ritüellerin anlamı yeniden düşünülmeli. Kurban, yalnızca bir dini vecibe değil; aynı zamanda bir etik duruştur. Modern insanın sınır tanımaz öznelliğine karşı, sınır tanımayı öğrenmesidir. Hac ise, bu sınır tanımanın topluca yaşandığı bir tazelenme alanıdır. Kurban, teslimiyetin içsel mimarisi iken Hac ise onun kolektif zeminidir. Kurban ile Hac, birlikte, bireyi sadece kendine değil; geçmişe, başkalarına ve aşkın olana bağlar. Ritüellerin en büyük gücü de budur: Unutmaya karşı bizlere bir hafıza alanı sağlamak.
Tam da bu yüzden, kurban hâlâ kutsaldır. Çünkü hâlâ bizi bekler. Gürültülü dünyanın kıyısında, içimizde sessiz bir çağrı olarak. Sadakat çağrısı olarak. Kurban ise sadakatin sessizce dile geldiği andır. Bazen, sessizlik her şeyden daha çok şey anlatır.
Uzman Klinik Psikolog Rabia Yavuz İletişim: rabia.yavuz@gmail.com
YORUMLAR