Ersoy DEDE – 11 Ağustos 2025
Milletler, yalnızca sınırlarıyla değil, isimleriyle yaşar. Bir ülkenin adını haritadan silmek için önce milletin adını zihinlerden silmek gerekir. Bu, tarih boyunca denenmiş, kâh silahla kâh kalemle yürütülmüş bir stratejidir. Bugün de benzer bir sürecin, bu topraklarda sessiz ve sinsice işlediğini görüyoruz.
Osmanlı’nın son döneminde başlayan parçalanma süreci, yalnızca siyasi coğrafyada yaşanmadı; kimlik düzeyinde de derin bir erozyon başladı.
19. yüzyılın son çeyreğinde, imparatorluğun çatısı altında yaşayan unsurlar “millet” kelimesini dini aidiyetle tanımlıyordu. “Millet-i hâkime” olan Türkler, imparatorluğun yükünü çekerken, ayrılıkçı fikirler Balkanlardan Arap çöllerine kadar yayıldı. O günlerde “Türk” kelimesi dahi bazı Osmanlı elitleri arasında küçümseyici bir tınıyla anılıyordu.
Cumhuriyet bu algıyı tersine çevirdi. “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözü, etnik değil, siyasi ve kültürel bir aidiyetin ifadesi olarak devletin temel şiarı hâline geldi. Bu, yeni devletin ayakta kalabilmesi için zorunluydu. Çünkü Anadolu’nun bağrında, yüzlerce yıl farklı etnik kökenlerden insan birlikte yaşamış olsa da, onları ortak bir çatı altında toplayacak bir kimlik gerekiyordu. Bu çatı, Türk milleti adını taşıdı.
**
Lozan ve Kimliğin Tescili
1923 Lozan Antlaşması, yalnızca sınırlarımızı değil, kimliğimizi de uluslararası hukukta mühürledi. Belgede “Türk” kelimesi, bu toprakların tüm vatandaşlarını kapsayan üst kimlik olarak tanımlandı. Yani Lozan, “Türk” adını daraltmadı; bilakis genişletti. Buna rağmen, 100 yıl sonra hâlâ “Türk mü diyelim, Türkiyeli mi?” tartışması açılıyorsa, burada iyi niyet aramak saflık olur.
“Türkiyeli” kelimesi, yerinde ve doğru bağlamda kullanıldığında anlamlı olabilir; vatandaşlık ortak paydasının bir ifadesidir. Ama mesele kelimenin kendisi değil, kelimenin niyetidir. Eğer “Türkiyeli” adı, “Türk” kelimesini silmek, unutturmak ve kimlikten sökmek için kullanılıyorsa, bu yalnızca bir dil tercihi değil, fikri sabotajdır.
**
1960 Sonrası Yeni Cepheler
1960’lardan itibaren dünyada etnik milliyetçilik dalgası yükselirken, Türkiye de bundan payını aldı. Soğuk Savaş’ın iki kutbu, Türkiye’yi yalnızca askeri değil, kültürel bir cephe olarak da gördü. 1970’lerde kimlik siyaseti, üniversitelerden sendikalara kadar yayıldı. 1980’lerde ise bu fikir, terörle birleşerek kanlı bir çatışma dönemine evrildi. O gün “Türk” adını hedef alanlar, bugün “Türkiyeli” kelimesiyle aynı işi masa başında yürütmeye çalışıyor.
Bu noktada şu soruyu sormak gerekir: Bir kelime neden bu kadar önemlidir? Çünkü kimlik, devletin meşruiyetinin temelidir. Devletin dayandığı isim tartışmaya açıldığında, sıradaki tartışma sınırdır, topraktır, yönetim biçimidir.
**
Sessiz Kalanlar da Suç Ortağıdır
Bugün “aman polemiğe girmeyelim” diyenler, aslında zımnen onay veriyor. Tarih boyunca milletlerin en büyük yenilgileri, sessiz çoğunluğun rahatına düşkünlüğünden kaynaklanmıştır. Osmanlı’nın son döneminde de benzer bir tablo vardı; “bize bir şey olmaz” diyenler, ertesi sabah şehirlerini başka bayrak altında buldu.
Akademi, medya, siyaset ve sivil toplum… Kimlik tartışmalarında sessiz kalan herkes, bu ülkenin adının yavaş yavaş aşındırılmasına ortak olur.
**
2045 Projeksiyonu – Geleceğin Karanlık Senaryosu
Önümüzdeki 20 yıl, dünya tarihinde kimliklerin yeniden tanımlandığı bir dönem olacak. Küresel güçler, çok kimlikli, gevşek federasyon modelini teşvik ediyor. Eğer bugün “Türk” adını koruyamazsak, 2045’te şu tabloyu görmek hiç de uzak ihtimal değil:
- Ülkenin adı “Anadolu Federasyonu” ya da “Türkiye Birlikleri” gibi nötr bir ifadeye dönüşmüş.
- Pasaportların üzerinde “Türkiye Cumhuriyeti” yerine “Anadolu Bölgesi” yazıyor.
- Ortak eğitim müfredatı kalkmış, her bölge kendi tarihini yazıyor.
- Milli bayramlar “yerel kültür günleri”ne indirgenmiş.
Bu distopya, bir anda gelmez. Kültürel erozyon sessiz başlar, zihinde biter, kağıtta tescil edilir.
**
Doğru Kullanım, Yanlış Niyet
“Türkiyeli” kelimesini, milletin kök adını yok saymadan, vatandaşlık hukuku bağlamında kullanmak mümkündür. Ama bu kelimeyi, “Türk” kavramını daraltmak ya da etnikleştirmek için kullananlar, yalnızca kelimeyi değil, milli hafızayı da zehirler.
**
Son Söz
Milletin adı, varlığının kalkanıdır. “Türk” kelimesi, Anadolu’nun kapısından girdiğimiz günden bugüne bin yılın mücadelesiyle yoğrulmuş bir aidiyet adıdır. Bu adı unutturmaya çalışanlara karşı durmak, sadece bir siyasi tavır değil, tarih önünde bir namus borcudur.
Sessiz kalmayacağız.
Unutturmayacağız.
Vazgeçmeyeceğiz.
YORUMLAR