Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Avatar photo
Rabia Yavuz

Çalınan Zihin – Rabia Yavuz

Rabia YAVUZ – 23 Ağustos 2025

 

Günün sonunda yatağa uzandığımızda çoğumuz garip bir ikilem yaşarız. Gün boyu bedenimizi çok hareket ettirip ağır yükler taşamasak bile tuhaf bir ağırlığın altında ezilir gibiyizdir. Ne kollarımızda kas ağrısı vardır ne de bacaklarımızda dayanılmaz bir sızı. Yine de içimizde derin bir yerden “çok yorgunum” serzenişi yükselir. Yataktan kalkmak, bir arkadaşla buluşmak, hatta en basitinden bir mesajı yanıtlamak bile gözümüzde büyür. Bu yorgunluk bedensel değil, zihinseldir. Modern çağın en karakteristik yorgunluk biçimi de budur: Görünmeyen, ama ruhu kemiren bir tükenmişlik.

Zihinsel yorgunluk, beynin dikkat, karar verme ve bilgi işleme sistemlerinin fazla çalıştırılmasından doğar. Ancak bu açıklama pek de açıklık sağlamaz. Daha gerçekçi bir tasvir yapmak gerekirse zihinsel yorgunluğu şöyle düşünebiliriz. Bir piyanonun aynı tuşuna gün boyu basıldığını hayal edin. Tuş hâlâ işlevini yerine getirir, ama zamanla ses donuklaşır, rezonans kaybolur, melodinin güzelliği silinir zira enstrümanın akordu bozulur. Bizim zihnimiz de sürekli uyarıcıların, kesintisiz bilginin ve sayısız kararın tuşlarıyla böylesi bir bozulmaya uğrar. Aşırı kullanımına bağlı olarak zihin işlevlerini yapamaz hale gelir, en basitlerini bile.

Bedensel yorgunluğu bilir, tanırız. Dün fazlaca yürümüşüzdür, belki sürekli ağır nesneleri taşımak zorunda kalmışızdır ve ertesi gün ağrıyan kaslarımız bize neler yaptığımızı hatırlatır.  Lakin zihinsel yorgunluk daha çok kendini dikkat dağınıklığı, unutkanlık ve karar verme güçlüğüyle gösterir. Bu durum dikkatin sürekli bölünmesi ve yüzeysel uyarıcılara maruz kalmanın sonucunda ortaya çıkar. Modern çağda ise hepimiz sürekli ve hiç durmayan bir bilgi akışı içinde yaşıyoruz ve bu durum zihni sürekli uyanık tutarak yorgunluğumuzu kronikleştirir. Beynimiz sınırlı bir bilişsel enerjiye sahiptir ve bunu tükettiğimizde verimsiz çalışmaya başlar.

Görünmez Yorgunluk

Bir pazar günü sabahını gözünüzde canlandırın. Henüz yatağınızdan çıkmadan elinizi telefona uzatıyorsunuz. E-postalar, mesajlar, haber başlıkları… Zihniniz daha gözünüzü açmadan onlarca parçaya bölünmüş oluyor. Birkaç dakika sonra mutfakta kahvenizi hazırlarken bile dikkatiniz çoktan Pazartesi günü yapılacak olan iş toplantısındaki sunuma, ardından çocukların ödevine, akşamki alışveriş listesine kayıyor. Henüz gün başlamadan zihninizin üzerinde küçük ama yorucu binlerce yük taşımaya başlıyorsunuz.

Eskiden insanların hissettiği yorgunluk, daha somut ve elle tutulurdu. Tarlada çalışan köylünün elleri nasır tutar, demirci kollarında ağrıyla evine dönerdi. Bugün ise yorgunluğumuzun delili yok. Kimse zihinsel yorgunluğu bir röntgende göremez, kimse elimizi tutup “çok yorulmuşsun” diyemez. Bu görünmezlik, yorgunluğumuzu daha da ağır hale getirmekte.

Zihinsel yorgunluğun en acımasız yanlarından biri kararlar alırken yaşadığımız zorluklar. Akşam yemeğinde ne pişirileceğine karar vermek bile insana Everest Dağı’na tırmanmak gibi gelir kimi zaman. Bu küçük meseleler karşısında yaşadığımız çaresizlik aslında büyük bir gerçeği gösterir: Beynimizin enerji rezervi sınırlıdır ve çoktan tükenmiş durumdadır. Gün boyu irili ufaklı kararlara maruz kalan zihnimiz, sonunda basit tercihler karşısında bile felç olur.

Bu durumu fark ettiğimizde çoğu zaman kendimizi suçlarız: Neden bu kadar basit bir şeye karar veremiyorum? Neden dikkatim bu kadar dağınık? Oysa sorun bizde değil; bizden, çağın talep ettiklerinin çokluğundan kaynaklanır. Modern yaşamda zihnimiz sürekli açık tutulur; tıpkı gece gündüz yanmak zorunda kalan bir lambanın ampulü gibi kısa sürede kararmaya mahkûmdur.

Zihinsel Dağınıklığın Götürdükleri

Bilgi çağında yaşıyoruz ve bu cümle kulağa çoğu zaman bir iftihar cümlesi gibi geliyor. Gerçekte bilgiye sınırsız erişim, aynı zamanda dikkatin de sınırsız parçalanması anlamına gelmektedir. Gün boyu haber sitelerinde dolaşır, sosyal medyada bir başkasının hayatına bakar, işle ilgili e-postalarına cevap yetiştirirken beynimizin enerjisini farkında olmadan tüketiriz. Her bilgi kırıntısı, zihnimizin bir parçasını kemirir. Sürekli yeni açılan sekmeler yüzünden çalışamaz hale gelen bir bilgisayar gibi kitlenip kalırız.

İnsan zihni, sonsuz bir depo değildir. Daha çok küçük ve incelikle tasarlanmış bir odaya benzetilebilir. Bu odanın her köşesine rastgele eşyalar yığdığımızda sonunda hiçbir şey bulamaz, hiçbir şeyin tadını çıkaramaz oluruz. Zihinsel yorgunluk işte böyle bir “zihinsel dağınıklık” hâlinin sonucudur.

Zihinsel tükenmişlik yalnızca iş verimimizi düşürmüyor. Gönlümüze, ilişkilerimize de sirayet ediyor. Mesela, yorulduğumuzda en önce sevdiklerimize karşı sabırsızlaşırız. Bir çocuğun sorusu karşısında tahammülümüz tükenir, dost sohbetinde bir an sonra dikkatimizi telefona kaydırırız. Böylece zihinsel yorgunluk, insan ilişkilerinin de görülmeyen bir düşmanı hâline gelir.

Oysa sevgi, dikkatle beslenir. Bir başkasını gerçekten duyabilmek için zihnimizin en azından bir kısmının sakin, boş ve hazır olması gerekir. Ancak modern çağda bu boşluğu yer bırakmak çok zordur. Zihnimiz sürekli bildirimlerle, projelerle, gelecek kaygılarıyla doluyken bir dostun yüzüne uzun uzun bakacak, onun sözlerini gerçekten işitecek zihinsel alanı nasıl bulabiliriz ki?

Asıl mesele, çoğu zaman kendi sınırlılığımızı unutuyor olmamızdır. Modern hayat bize insanın neredeyse tanrısal bir varlık olduğunu fısıldar: Daha çok çalışabilir, daha çok öğrenebilir, daha çok tüketebiliriz. Oysa beynimiz, sınırlı bir enerjiye sahip narin bir organdır. Bunu kabul etmek, bir zayıflık değil, belki de bilgeliğin ta kendisidir.

Zihinsel yorgunluğumuzu kabullenmek, kendimize daha şefkatle yaklaşmayı gerektirir. Yorulduğumuzda “daha güçlü olmalıydım” demek yerine “her insan yorulur” diyebilmektir. Bu cümle, modern dünyanın acımasız üretkenlik söylemine karşı en büyük başkaldırıdır.

Çıkış Yolları

Peki, çalınan zihnimizi korumak ve ona sahip çıkmak için neler yapabiliriz? Çoğu zaman çözüm büyük adımlarda değil, küçük ve devamlı eylemlerde gizlidir. Bir kitabın sayfalarını yavaş yavaş çevirmek, dostla yapılan kısa bir yürüyüş, gündüz vakti gökyüzüne gerçekten bakmak… Bunlar zihni dinlendiren küçük molalardır.

Sanat, bu noktada güçlü bir sığınak sunar yorgun düşen ruhlara. Bir müzede sessizce dolaşmak, bir resmin karşısında dakikalarca durmak zihne başka hiçbir şeyin veremediği huzuru verir. Çünkü sanat, bizden cevap vermemizi, karar almamızı ya da bir şeyler üretmemizi istemez; yalnızca orada olmamız yeterlidir.

Aynı şekilde dostluk da zihinsel yorgunluğa karşı bir panzehirdir. Gerçek bir dostun yanında “dikkatimi toplamalıyım” diye düşünmez, zihnimizi zorlamayız. Onun varlığı, bizi olduğu gibi kabul eder ve bu kabul, zihnimize dinlenme imkânı tanır.

Yorgunluğun Yorumu

Zihinsel yorgunluk, modern çağın görünmez hastalıklarından biridir. Fakat bu yorgunluk bize aynı zamanda bir ders sunar: Biz sınırlı varlıklarız. Beynimiz her şeye yetişemez, her bilgiyi işleyemez, her an tetikte kalamaz. Bunu kabul ettiğimizde yaşam daha gerçek, daha insani bir hâl alır.

Bir bakıma zihinsel yorgunluk, bize insan olmanın güzelliğini hatırlatır. Yorulabiliyor olmamız, tükenebiliyor olmamız, aslında bir makine değil de kırılgan bir canlı olduğumuzu gösterir. Bu kırılganlığı küçümsemek yerine ona hürmetle yaklaşmak, hayatı daha derinlikli kılmanın ilk adımıdır.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER