Ersoy DEDE – 02 Ekim 2025
Kayhan Osmanoğlu’nun sözleri basit bir nostalji değildir: “Kıbrıs Barış Harekâtı, Abdülhamid Han’ın emaneti ve stratejik zekâsı sayesinde mümkün olmuştur.” Bu söz, aslında devlet aklının nasıl nesiller boyu aktarıldığının çarpıcı bir ifadesidir. Tarih, günübirlik hesaplarla değil, yüzyıllara yayılan stratejik hamlelerle yazılır.
Abdülhamid’in Mirası
1878’de Osmanlı Devleti, ağır şartlar altında Kıbrıs’ı İngiltere’nin idaresine bırakmak zorunda kaldığında pek çok kişi bunu “teslimiyet” olarak gördü. Oysa Abdülhamid Han, imparatorluğu parçalayacak Rus baskısını bertaraf etmiş, Balkanlar’daki dengeyi korumuş, aynı zamanda adanın hukuki statüsünü Osmanlı’ya bağlı tutmayı başarmıştı.
Bu, sıradan bir diplomasi manevrası değildi; bir satranç hamlesiydi. Kıbrıs üzerindeki tapu, masanın bir köşesinde Osmanlı mührüyle durmaya devam etti. İşte bu “hukuki emanet”, ileride Türkiye’nin adaya müdahale hakkına zemin hazırladı.
1950’ler ve Enosis Tehdidi
Yunanistan’ın Enosis (Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması) hayali 1950’lerde alevlendi. Rum çeteleri EOKA adıyla örgütlenirken, Türk köyleri saldırıya uğruyor, insanlar evlerinden sürülüyordu. Bu dönemde Türkiye’nin elinde en büyük koz yine Abdülhamid’in bıraktığı hukuki mirastı. Eğer Osmanlı 1878’de tamamen kopmuş olsaydı, 1960’taki Londra ve Zürih Antlaşmaları imzalanamaz, Türkiye “garantör devlet” sıfatıyla adada söz hakkı elde edemezdi.
1974’ün Cesareti
Ve nihayet 20 Temmuz 1974 sabahı… Türk Silahlı Kuvvetleri, Kıbrıs’a çıktı. O gün Ecevit’in, Erbakan’ın ve komutanların imzasıyla verilen karar, sadece bir askerî operasyon değil, bir milletin tarih sahnesine yeniden damga vurmasıydı.
ABD ambargo tehditleri savurdu. İngiltere, NATO üzerinden baskı kurmaya çalıştı. “Türkiye yalnız kalır” diyenler çoktu. Ama Ankara kararlıydı. Çünkü biliyordu ki Kıbrıs düşerse, Anadolu kıyıları tehdit altına girecek, Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye nefes alanı bırakılmayacaktı.
Bu harekât, sadece Rum çetelerine değil, Batı’nın Türkiye’yi köşeye sıkıştırma planına da bir tokattı.
Muhalefete Cevap
Bugün hâlâ çıkıp “Kıbrıs abartılıyor, Doğu Akdeniz’de gerilime gerek yok” diyenler var. Oysa tarihten ders almak istemeyenlere bir kez daha hatırlatalım:
- Eğer 1974’te sizin kafanızdaki “aman Batı’yla ters düşmeyelim” mantığıyla hareket edilseydi, Kıbrıs Türkleri çoktan yok edilmişti.
- Eğer Abdülhamid’in hukuki mirası korunmasaydı, Türkiye’nin adaya çıkma meşruiyeti olmayacaktı.
- Eğer Türkiye 1974’te geri adım atsaydı, bugün Mavi Vatan diye bir doktrin konuşuluyor olmayacaktı.
Kıbrıs, sadece bir ada değil; Doğu Akdeniz’in kalbidir. Orayı kaybeden, Anadolu’nun kapısını da açık bırakır. Bunu anlamayanlara, tarih her defasında acı bir ders vermiştir.
Süreklilik ve Devlet Aklı
Devletler günübirlik polemiklerle değil, yüzyıllık stratejilerle var olur. Abdülhamid’in mirası ile Cumhuriyet’in kararlılığı birleştiğinde ortaya çıkan şey işte budur: devlet aklı.
Kim ne derse desin, Kıbrıs’ta dik durmak, aslında Anadolu’nun güvenliği için nefes almaktır. Bugün Doğu Akdeniz’de enerji hatları, deniz yetki alanları, ittifak arayışları konuşuluyorsa, Türkiye’nin hâlâ masada güçlü bir şekilde oturabilmesi, 1878’in zekâsı ve 1974’ün cesareti sayesindedir.
Son söz
Kıbrıs Barış Harekâtı’nı küçümseyenler, aslında Türkiye’nin devlet aklını küçümsüyor. Abdülhamid’in ileri görüşünü, 1974’ün cesaretini ve bugünün Doğu Akdeniz iradesini görmezden gelenler, tarih önünde mahkûm olmaya mecburdur.
Unutulmasın: Bir milletin kaderi, dünün mirasıyla bugünün cesareti birleştiğinde yazılır. Kıbrıs bunun en canlı ispatıdır.
YORUMLAR