Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Avatar photo
Rabia Yavuz

Yanlış Hayat Doğru Yaşanmaz – Rabia Yavuz

Rabia YAVUZ – 21 Aralık 2025

 

Theodor Adorno’nun o meşhur cümlesi “Yanlış hayat doğru yaşanmaz”, çoğu zaman akademik bir aforizma gibi alıntılanır, ama nadiren gerçekten ciddiye alınır. Oysa bu cümle, modern insanın gündelik hayatına yakından bakıldığında, neredeyse utandırıcı bir açıklıkla doğrulanır. Çünkü çoğumuz, farkında olsak da olmasak da kendimize tam uymayan hayatların içinde yaşamayı öğrenmiş durumdayız.

Yanlış bir hayatı sürdürmek, kırık bir sandalyeye oturmaya benzer. Sandalye bizi taşıyordur; yere düşmeyiz. Hatta “İdare eder” deriz. Zaten çağımızın en sevdiği kelimelerden biri de budur: idare etmek. İlişkilerimizi idare ederiz, işimizi idare ederiz, şehirleri, aileleri, hatta kendi iç dünyamızı bile idare ederiz. Sandalyenin ayağı kırıktır ama altına bir kitap sıkıştırırız. Bir süreliğine dengede kalır. Fakat bedelini bedenimiz öder: kasılan omuzlar, tetikte bir zihin, sürekli düşecekmiş gibi yaşamanın yorgunluğu. İnsan kırık bir sandalye gibi kendine uymayan bir hayatın acısını derinden hisseder.

Adı Konulamayan Huzursuzluk

İnsanın kendine uymayan bir hayatın içinde yaşaması, fiziksel bir rahatsızlıktan çok daha derin bir huzursuzluk yaratır. Bu, kelimelere dökülmesi zor bir histir. Sabahları sebepsiz yere ağırlaşan göğüs, akşamları bitmeyen bir tükenmişlik, pazar günleri ansızın çöken o anlamsız hüzün. Hayat kötü değildir belki ama iyi de değildir. Asıl sorun da buradadır. Yanlış hayatlar genellikle dramatik değildir; aksine fazlasıyla sıradandır.

Ne tuhaftır ki, çoğu insan sandalyeyi düzeltmenin mümkün olmadığı gerçeğini kabul etmek yerine düşme korkusuna alışmaya bakar. Bunun adı uyum değil, çaresizliklerin gerekçelerle paketlenmiş halidir. Oysa gerçekte ihtiyaç duyulan şey sandalyeyi tamir etmek değil, ayağa kalkıp yeni bir sandalye bulma cesaretini gösterebilmektir. Bu, hayatta en çok ertelediğimiz, ama en çok da ihtiyaç duyduğumuz eylemdir.

Yanlış iş, yanlış ilişki, yanlış şehir bizi sıkar, nefesimizi keser, adımlarımızı küçültür. Hareketlerini kısıtlayan bir kıyafete alışmak gibi sürekli türlü bahaneler üretiriz: Biraz daha zayıflarsam olur, Bir süre giyerim, rahatlar, Herkes böyle giyiniyor zaten… Ama kıyafet dar gelir, üstelik içinden geçtiğin günlerin, yılların havasını alamamanın yorgunluğunu da bize bırakır. Kıyafeti değiştirmek cesaret ister, bazen de tüm gardırobu baştan kurmak çok yorucu gelir insana. Oysa sorun zaman değildir. Sorun, dar gelen şeyin bizi her gün biraz daha incitmesidir. Ve insan, kendine dar gelen bir hayatta uzun süre yaşadığında, önce bedeninden, sonra ruhundan feragat etmeye başlar.

Yanlış Hayatların Masum Gerekçeleri

Yanlış hayatta yaşamak, çoğu zaman beceriksizlikten değil, iyi niyetten kaynaklanır. İnsan uyumlu olmak ister; kimseye yük olmamak ister. Toplumun çizdiği makul rotaya sadık kalma isteği de vardır elbette: Doğru meslek, doğru eş, doğru şehir… “Doğru” diye paketlenmiş her şey aslında bir standarttır; ruhun ihtiyaçlarıyla değil, normların beklentileriyle ilgilidir.
İşte bu yüzden birçok insan yanlış hayatı bir görev bilinciyle sürdürür. Sanki bırakırsa ayıp olacakmış gibi. Sanki değişirse nankörlük yapacakmış gibi. Kendi hislerini sorgulamaya çekinir çünkü hisler, toplumsal başarı kriterlerinden daha tehlikeli bir ışık tutar: Gerçek ihtiyaçları görünür hale getirir.

Doğru hayat, dışarıdan muhteşem görünen değil; içinde rahat nefes alabildiğimiz hayattır. Bazen bu, daha mütevazı bir iş anlamına gelir. Bazen yalnızlıkla yüzleşmeyi, bazen taşınmayı, bazen “Ben değiştim” diyebilmeyi gerektirir. Çoğu zaman, insanın kendi kendine fısıldayabileceği en cesur cümle şudur: Bu hayat benim için yapılmamış olabilir ama ben kendime bir hayat yapabilirim.

Sığamadığımız hayatları terk etmek ise kolay değildir. Çünkü yeni bir hayat her zaman biraz başlangıç acısı taşır. Başlangıçların kendine özgü bir sarsıntısı vardır. Fakat yanlış hayatta kalmanın acısı, yıllara yayılan ince bir boğulmadır. Çoğu zaman “Artık çok geç” derken buluruz kendimizi. Psikolojiye göre “Geç kaldım” düşüncesi çoğunlukla birçok bilişsel çarpıtmanın bir araya gelmesinden kaynaklanır. Geç kalmışlık bilişsel hatalardan oluşan bir pakettir. İçinde aşırı genelleme vardır, mesela. Her konuda geç kalmış ya da hatalıymışız gibi bakmak aşırı genellemedir. Kişi mevcut yaşını, atılamayan adımları, eksikleri büyütür; ama attığı adımları, öğrendiklerini ve hala mümkün olanları tamamen göz ardı edebilir. Yani hayatın büyük kısmı görünmez olur; sadece “geç” kısmı büyür.

Böyle zamanlarda yenilenmek için yeni sorular sormak iyi olabilir. Mesela,

  • Değişim için gerçekten geç kaldığıma dair kanıtlarım neler?
  • Bana hala açık olan yollar hangileri?
  • Bugün bir adım atabilecek olsam, bu adımlar neler olur?
  • Bu adımları başlayabilmek için hangi küçük adımlara bölebilirim?

Değişimin önündeki bir diğer bilişsel tuzak ise felaketleştirme düşünce hatasıdır. Felaketleştirme, zor olan şeyleri imkansız gibi gösterir. Geç kaldım, cümlesindeki düşünce hatası zamanı düz bir çizgi gibi algılamakta yatmaktadır. Oysa hayat lineer değil döngüseldir. Hayat “ya hep ya hiç” düşünce biçimine sığmayacak kadar büyüktür. Mesela, bu tarihte yapılmadıysa, bitti. Bu yaşta başlanmadıysa artık olmaz, şeklindeki düşünceler yaşamı, sadece “olmuş ya da geç kalınmış” ikilemine indirger. Oysa ana odaklanan bir bakış, zamanı çizgi değil anların akışı olarak görmeyi öğretir. Mindfulness ile kazanılacak yeni bakış “Şu an, başlamak için mümkün olan tek an” olacaktır. Zamanın her an içinden yeniden açıldığını fark ettiğimizde “geç” fikri anlamsızlaşır.

7, 27 ve hatta 47 yaşındayken olduğumuz kişi olarak kalmıyoruz. Sürekli gelişiyoruz. Specht ve meslektaşlarının araştırmaları, kişiliklerimizin büyük yaşam olayları nedeniyle değişme olasılığının yüksek olduğunu ortaya koymakta. McAdams ve McLean ise anlatısal kimlik müdahalelerine katılan ve zorluklarda ve mücadelelerde anlam bulan kişilerin daha yüksek refah seviyelerine sahip olduklarını ve değişim için önemli olan olumlu psikolojik adaptasyonlar yaşadıklarını bulmuşlar. Bu çalışmalar hayat hikayesini yeniden anlamlandırabilen kişilerin daha yüksek bir psikolojik iyilik haline sahip olduğunu söylüyor.

Tek ve Değerli Hayat

Soru karşımızda duruyor: Tek ve değerli hayatınızla ne yapmak istiyorsunuz? İster işte bir değişiklik ister yeni bir ilişki ister kötü alışkanlıklardan kurtulmak ister daha iyi alışkanlıklar edinmek olsun, tüm dönüşümler sizinle başlar. Başarmak istediğiniz şeylerin bir listesini yazmak çok önemlidir çünkü kalemi kağıtla buluşturmak hedeflerinizi görünür kılar.

Bu noktada biraz hayal kurmaya izin vermeli. Bu bir hedef listesi, yaşam hedefleri, kararlar veya belki de üzerinde çalışmak istediğiniz yönler olabilir. Her madde için nedenlerinizi yazmak aklınızda tutmanıza yardımcı olur. Herkesin hayatını değiştirme gücü vardır. Kolay veya rahat olmayacaktır değişim ama başarabilirsiniz. Sanatçının Yolu kitabının yazarı Julia Cameron, yeniden başlamak için asla geç olmadığını hatırlatıyor. “Yaşımız ne olursa olsun, yeni bir şeye başlamanın heyecanı evrenseldir.” diyor.

Yanlış hayatı bırakmak, elindekinden vaz geçmek değildir, kendini geri kazanmaktır. Belki de gerçek cesaret, sonunda şu soruyu dürüstçe sorabilmektir: Bu hayat, gerçekten benim hayatım mı? Siz ne dersiniz?

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER