Ersoy DEDE – 21 Aralık 2025
Türkiye üniversitelerde yeni bir eşiğin kapısında. Tartışılan şey basit gibi görünüyor:
Lisans üç yılda bitecek.
Ama hemen ardından gelen cümle meseleyi karmaşıklaştırıyor:
Sekiz sömestir korunacak, dönemler uzatılacak, yük aynı kalacak.
Yani üniversite kısalmıyor; hayat hızlanıyor.
Bu farkı doğru okumazsak, alkışladığımız şey yarın çocuklarımızın omzuna binen bir yük olarak geri döner.
Bugün Avrupa uyumu denilerek anlatılan model, aslında Avrupa’nın kendisinden bile daha “yoğun” bir yapı öneriyor. Avrupa’nın büyük bölümünde lisans üç yıldır; ama o üç yıl daha sade, daha modüler ve daha az sıkıştırılmıştır. Türkiye’de ise söylenen şudur:
“Dersler azalmasın, krediler düşmesin, projeler kısalmasın… Sadece zamanı sıkıştıralım.”
Bu, uyum değil; sıkıştırmadır.
Gençlerin ruh halini görmeden bu reformu konuşamayız.
Bugünün üniversite öğrencisi sadece ders çalışmıyor. Aynı anda:
- Barınma kriziyle boğuşuyor
- Gelecek kaygısı yaşıyor
- Çoğu zaman çalışmak zorunda kalıyor
- Sosyal hayattan değil, hayattan feragat ediyor
Şimdi bu tabloya bir de “daha hızlı mezun ol” baskısı ekleniyor.
Evet, bir grup başarılı öğrenci için bu model bir fırsat olabilir.
Ama üniversite sadece en hızlı koşanların pisti değildir.
Üniversite, düşünmenin, yanılmanın, olgunlaşmanın da mekânıdır.
Bir genci 21 yaşında mezun etmek başarı değildir.
Onu ne kadar donanımlı, ne kadar sağlam, ne kadar ayakta mezun ettiğiniz başarıdır.
Bir başka mesele daha var; pek konuşulmuyor ama asıl belirleyici olan o: eşitsizlik.
Bu sistemi kim rahat kaldırır?
- Ailesinin maddi desteği olan
- Çalışmak zorunda olmayan
- Sağlık ve psikoloji açısından güçlü olan
Kim zorlanır?
- Okurken çalışan
- Ailesine destek olan
- Büyük şehirde hayatta kalmaya çalışan
Hızlandırılmış üniversite, doğru kurgulanmazsa fırsat eşitliği değil, yarış eşitsizliği üretir.
Üniversiteyi sadece “mezun veren fabrika” olarak görürsek hata yaparız.
Kampüs dediğiniz yer; kulüptür, tartışmadır, gönüllülüktür, kültürdür.
Hepsini ders aralarına sıkıştırdığınızda geriye kalan şey sertifikalı yalnızlıktır.
Bu yüzden mesele “üç yıl mı dört yıl mı” değildir.
Mesele şudur:
Biz gençlerimize zaman kazandırmak mı istiyoruz, yoksa onları zamana karşı koşturmak mı?
Eğer bu model:
- Gönüllü olursa
- Bölümlere göre farklı uygulanırsa
- Akademik danışmanlık güçlendirilirse
- Psikolojik destek mekanizmalarıyla birlikte yürütülürse
O zaman evet, bu bir esneklik reformu olur.
Ama “Avrupa’da üç yıl, bizde de olsun” kolaycılığıyla dayatılırsa,
üniversite kısalmaz; gençliğin nefesi kısalır.
Ve unutmayalım:
Bir ülkenin geleceği, en hızlı mezun olanlarıyla değil;
en sağlam yetişenleriyle kurulur.



YORUMLAR