Doç. Dr. Kemal OLÇAR – 22 Aralık 2025
Gayrimenkul Şirketi Colony Capital’in kurucusu, Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Thomas Joseph Barrack Jr., enerji kaynaklarının Batı’ya ulaşımında suçlu arayışına girmiş ve “Geçmişten ne öğrendik? Baharat ve İpek Yolu, Doğu’yu Batı’ya bağlardı ve medeniyetlerin kaynaşması gerçekleşirdi. Bu tekrar olabilir ancak 1919’dan beri ulus-devletler tarafından engellenmiş durumdayız. Her ülkenin, her devletin farklı bir hükümet türü tarafından yönetilmesi fikri pek iyi işlemedi.” şeklinde “doğaüstü” bir açıklama yapmıştır.
ANCAK; Bütün süper güçler yerelleşirken ve ulus devletlerini inşa etmeye çalışırken orta ve küçük ölçekli devletlere küreselleşmeyi dayatmaktadırlar. Güçlü devletler aynı topoğrafik/jeopolitik/ekolojik alanda ortaya çıkardıkları standartlaştırılmış kültürel kodlarını sıkı sıkıya korumayı hedeflemektedirler. Bu çabalarını da yazılı ya da sözlü temel yasalarla (anayasalar) tahkim etmeye ve karışık etnik köklerini üst kimlik adı altında homojenleştirmeye çalışmaktadırlar. Bunu yaparken “üst akıl” bütünleştirici mekanizmalar geliştirmekte ve ulusları oluşturan bireyler de “servet meselesini” geçmişten gelen birikmiş tarihsel yapılarına, inançlarına, ırksal köklerine ve ulvi değerlerine tercih etmektedirler. Ulus devletin oluşması için gereken ve sınırları belirlenmiş toprak parçası sınırsızlaşmıştır. Hatta yayılmacılık (irredantizm) gelenek haline gelmiştir.
Belirli bir toprak parçası üstünde yaşayan ve adına ulus denilen nüfus tek tipleştirilerek güvenlik, iktisadi ve yönetimsel avantajlar elde edilmeye çalışılmaktadır. Modern devlet tanımı da ulus devlet ile ilişkilendirilmekte ve yasal düzenlemelerle şekillendirilmiş bir örgütlülük hali olarak görülmektedir. Kültürel ve siyasal bütünleşme yanında ekonomik homojenliği de teşvik eden ve öncelikleyen ulus devlet sınıfsal ayrışmaları ortadan kaldırarak tek bir ortak kimlik üzerine odaklanmaktadır. Özellikle kimlik olgusuna anlam katan vatan, anadil, bayrak, sevinç ve kaderde birlik, ortak kültür ve tarihsel geçmiş birleştirici mekanizmalar olarak kullanılmaktadır. Genel iradenin aslında ulusal irade olduğu anlaşıldığından kolektivist yaklaşımların bireyciliğin önüne geçtiği, aynı zamanda iç cepheyi oluşturduğu ifade edilebilir. Aslında içerideki cephenin kırılması ulusal ya da genel iradenin yozlaşmasından ve erozyona uğramasından ibarettir.
Vestfalya’dan Günümüze Ulus Devletin Tarihsel Kökeni
Ulus devlet kavramı 17. yüzyılda Avrupa’da yaşanan din savaşlarından sonra imzalanan anlaşmalardan beri gündemde yer alan bir husustur. Mesela Vestfalya (Westpalia) Barış Antlaşması’yla ortaya çıkan devlet yapısına ait egemenlik kutsallaştırılmış ve otorite-egemenlik-meşruiyet üçgeninde yeni bir modern süje (özne) ortaya çıkmıştır. Bu üçlemeye bir de “şiddet tekeli” yetkisi ile ilave edilmiş ve nihayet günümüzdeki güçlü ulus devlet konsepti meydana gelmiştir. Özellikle sosyo-kültürel etkileri olan büyük devrimlerden sonra korumacı ekonomik modelleme, kiliselerin bölgesel ayrışması ve yerelleşmeleri, nasyonalizm, sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan orta sınıfın uluslaşmaya verdiği destek ve ulusçuluğun çeşitlenmesi ulus devlet kavramını popüler hale getirmiştir. Farklı uluslaşma tiplerini de; coğrafi, askeri, ideolojik, kültürel, ekonomik, etnik, inanç veya mezhepsel, kimliksel şeklinde tarif etmek mümkündür. ABD uluslaşması genel olarak iktisadi, özgürlükçü ve bireyci uluslaşma iken, Avrupa uluslaşması kimliğe, Prusya militarizme, Almanya ve Fransa kültür ve etnisiteye, Türkiye kültüre ve nispeten coğrafyaya dayanmaktadır.
Bazı düşünürler ulus devletlerin nüfusu homojenleştirmek için alt etnik grupları, farklı mezhepsel toplulukları ve diğer azınlık varlıkları baskıladığı iddiasında bulunmaktadır. Bu farklılıkları derinleştirdiği ve zenginlik/çeşitlilik olarak gören evrensel geleneği ihlal ettiği söylenmektedir. Bu sav üzerine inşa edilen ulus devlet algısı küreselleştirme çabalarının kurbanı olarak dünyayı aynılaştırıp modern köleler durumuna dönüştürmek isteyenlerin yerli işbirlikçi ve taklitçileriyle birlikte gerçekleştirdikleri bir mühendislik projesidir. Son zamanlarda ise uluslaşma çabalarını küçümsemek için “ulus devlet işlevini tamamladı mı?” soruları yaygın bir şekilde batı kaynaklı sözde sosyal bilimciler tarafından yazılmaktadır. Çünkü pazar olmayı ve küresel sermayenin uşağı olmamayı reddeden ulus devlet taraftarları halkını ve ülkesini bütünleştirmek ve millileşmek/yerlileşmek için çaba harcamaktadırlar.
Milli bütünlüğü bozmanın en maliyetsiz yöntemi ise etnik ve mezhepsel hizipler çıkarıp aşırı maddileşmiş, gözü paradan ve kişisel çıkardan başka bir şey görmeyen grupların istismar edilmesidir. İçeride cepheleşmek, sınıfsal ayrımcılık meydana getirmek, tarihsel bağlara ve kültürel kodlara bağlılığı bağnazlık şeklinde izah etmek ne ilmi açıdan ne de vicdani açıdan rasyonel olmadığı gibi dağılmaya ve başka güçlere tek taraflı bağımlılığa sebep olmaktadır. Bu durumda önce devlet yönetsel ve kontrol gücünü yitirmekte, hükümetler dolayısıyla devlet organları meşruiyetini ve inandırıcılığını kaybetmekte ve sonunda egemenlik kullanma hakkı “kayıtlı-şartlı” da olsa başka güçlere devredilmektedir.
Yeni Dünya Düzeninde Devlet Dışı Aktörler
Diğer taraftan yeni dünya düzeninde devlet dışı aktörler (bireyler, örgütlenmiş sosyal gruplar, çok uluslu şirketler, uluslararası kamuoyu, bölgesel ve uluslararası örgütler vb.) ulus devletlerin yerini almaya çalışmaktadır. Yüksek politika konuları da devlet merkezli konulardan ekonomi, enerji tedarik sistemleri, insan hakları, azınlık hakları, yolsuzluklar, çevre güvenliği, göçler, kültürel savaşlar, ticaret savaşları, toplumsal güvenlik, siyasi güvenlik gibi konulara geçiş yapmaktadır. Bu durumda ulus devletlerin tek başlarına baş edemeyecekleri meselelerin çözümü için yeni yöntemlerin bulunması gerekmektedir. Ancak bu yöntem sorununu çözmek ve meselenin karmaşıklık ve belirsizlik girdabından kurtulmak için ulus devlet konseptinden vazgeçmek gerekmediğinin vurgulanması elzemdir. Aksi halde uluslaşma süreçlerini henüz tamamlayamayan Afrika ülkeleri, Ukrayna, Suriye, Irak, Libya vb. devletlerin başına gelenler diğer ülkelerin de her zaman başına gelebilir.
Son tahlilde; “ulus aynı kültür ve egemenlik alanı üzerindeki benzerliklerin muhafaza edilmesi ve farklılıkların korunarak vatandaşlık hak ve ödevlerde standartlaşmak ve bu politikanın güçlü merkezi iktidar tarafından sürdürülmesi” olarak anlaşılması emperyalizme karşı hem koruma sağlar hem de modern devlet sisteminin entegrasyonunu temin eder. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlü siyasi lider eşliğinde tahkimli toplumsal sözleşmesini sürdürürken; “kurucu temellerini” yumuşatmamak, Batı tarzı kültürel saldırıları bertaraf etmek, terörsüz bölge hedefine emin adımlarla ilerlerken Türk Milleti’nin genetik kodlarıyla oynamamak, kalkınma süreçlerinde eşitlikten taviz vermemek ve nihayet yıllarca bedeller ödeyerek elde edilen “ULUS” olma yeteneğini üç kuruşa heba etmemek “ZORUNDADIR”.



YORUMLAR