63 kez görüntülendi.
ferhat ünlü

Ferhat ÜNLÜ – 21 Kasım 2024

 

“Üçüncü Dünya Savaşı riski görmüyorum, görmek de istemiyorum.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. 12 Temmuz 2024.

“Böyle bir risk (Üçüncü Dünya Savaşı) var. Dünya, bu senaryoyu ciddiye almalı.”

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan. 24 Haziran 2024.

“Üçüncü Dünya Savaşı bir bakıma başladı.”

Eski Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar. 16 Temmuz 2024.

Birbirine yakın üç farklı tarihte yapılmış bu üç açıklamadan ne anlamalıyız, sorusuna odaklanacağımız bir yazı olacak. Ve de Türkiye’nin dış politikasına…

Bu görüşlerden üçünün de kendine göre doğruluk raddesi var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Üçüncü Savaş riski görmüyorum, görmek de istemiyorum” cümlesi; bildiğimiz, geleneksel anlamda, tıpkı bir ve ikinci gibi bir dünya savaşı riskine dair bir cümledir.

Bu anlamda bir Üçüncü Dünya Savaşı riski, Albert Einstein’ın leziz bir ironiyle belirttiği şekilde ‘dördüncü dünya savaşı sopalarla yapılacağı’ için, bir başka deyişle insanlık kendi öz medeniyetini üçüncü savaşla tamamen yıkmış olacağı için varsa bile azdır.

Ama işte az da olsa konvansiyonel savaş riski halen vardır. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın söylediği üzere… Böyle bir ihtimal yüzde 25 olsa bile istihbari ve diplomatik mantıkla bu tehdidi ciddiye almalı ve ona göre strateji belirlemelisiniz.”

Bu uzun alıntı, bu köşede 19 Temmuz 2024 tarihinde yayınlanan Üçüncü Dünya Savaşı senaryolarına dair başlıklı yazıdan. O tarihten bu tarafa dört ay geçti ve dünya şimdi Üçüncü Dünya Savaşı senaryolarını daha bir hararetle tartışıyor.

SAVAŞ GELİYORUM DER Mİ, DER

20. Yüzyıl’ın ilk yarısında sosyal medya ‘portakalda vitamin’ bile değildi elbette. Ama o zamanın geleneksel medyasının da adım adım yaklaşmakta olan iki büyük dünya savaşını, bugün henüz başlamamış bir Üçüncü Dünya Savaşı’nın tartışmalarının yanına yaklaşmayacak kadar sınırlı ölçüde işlediğini arşivden biliyoruz.

Bundan 110 yıl ve 85 yıl önce başlayan Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, âdeta bir kaza gibi geliyorum demeden geldi.

Ama yalnızca bir perspektiften bakarsanız böyle; daha derin ve makro perspektifte bakanlar, her iki dünya savaşının da negatife evrilen bir güç ergenleşmesinin tezahürü olduğunu görüyordu.

Bugün savaş geliyorum diyor. Öyle ki, şu günlerde elbette nükleer başlıksız, ama balistik füzeler havada uçuşuyor baksanıza. Umarız çıkmaz ama şayet Üçüncü Dünya Savaşı çıkarsa “Ben demiştim” diyen milyonlarca, hatta milyarlarca insan bulabilirsiniz.

İlginizi çekebilir!  Japon İşi Tasarruf: Kakeibo

Bu durumda en önemli diplomasi etiği sorunu, “Bunu vatandaşlar görürken büyük devletler, devletler görmedi mi, neden önlem almadılar” sorusu olacak. Tarih, yargılamayı her zaman kendi koşulları içinde yapsa da mutlaka kendine suçlu ya da suçlular bulur.

TÜRKİYE EN GEÇ BEŞ YILA NÜKLEER GÜÇ OLMALIDIR

Türkiye, Üçüncü Dünya Savaşı riskinin aşağı yukarı yüzde 30’lara eriştiği günümüzde (Yüzde 80-90 çıkacak yaklaşımı bilimsel açıdan da abartı olur -ki yüzde 30 istihbari ve diplomatik düzlemde hiç de düşük bir olasılık değildir-) mutlaka ama mutlaka askeri anlamda nükleer güç olmalıdır. Bu; ne kadar kısa vadede olursa o kadar iyi ama maksimum beş yıl içinde olması gerektiğini düşünüyorum.

Türkiye’nin nükleer güç olma stratejisi, küresel dengeler, jeopolitik gerçeklikler ve teknolojik altyapı gibi birçok temel faktöre bağlıdır.

Nükleer enerjiye sahip olmadan nükleer silah sahibi ülke olmak, eğer dışarıdan doğrudan ithal bir teknolojiyle yapılmıyorsa imkânsızdır.

Türkiye, zaten güçlü olan ve caydırıcılığı giderek artan askeri gücünü katlamak için nükleer silah sahibi olması gerektiği gibi, nükleer enerji sahibi de olmalıdır. Çünkü enerjiye ihtiyaç duyan bir ülkedir.

HANGİ ÜLKE, NASIL NÜKLEER RUHSAT SAHİBİ OLDU

Dünyanın ilk nükleer gücü ABD, II. Dünya Savaşı sırasında Manhattan Projesi ile 1945’te ilk nükleer bombayı geliştirdi. Kimin geliştirdiğini biliyoruz. Alman kökenli Oppenheimer. Eski Nazi generali Reinhard Gehlen, Amerikan istihbarat sistemi için neyi ifade ediyorsa; yetenekli, tecrübeli İngiliz yönetmen Christopher Nolan’ın hikâyesini beyazperdeye aktardığı Oppenheimer, Amerikan nükleer güç sistemi için aynı şeyi ifade eder.

Sovyetler Birliği, 1949’da ABD’den sonra nükleer test yaparak yarışa katılmıştır. İngiltere, 1952 yılında elbette kuzen ülkesi (Onlar da tek millet iki devlet dese yeridir yani!) ABD’nin yardımıyla nükleer güce erişti. Fransa 1960’ta kendi bağımsız caydırıcılık mekanizmasını yine nükleer güce erişerek kurdu.

Çin, 1964 yılında nükleer test yaparak kulübe katıldı. Teknolojiyi Sovyetler’den aldı, ama bağımsız bir strateji geliştirdi.

Hindistan ise 1974’te ilk testini yaptı. Benim doğumumdan bile bir sene önce, üstelik ‘Barışçıl Nükleer Patlama’ adı altında yaptı ilk nükleer testini. Böyle durumlarda Orwell’ın 1984 romanında sık gördüğümüz türden oksimoron kavramlara Hintlilerde de rastlıyoruz. Babası zaten Burma’da memurdu Orwell’ın, bahs-i diğer. Barışçıl nükleer patlamaymış, bak hele bak… “Savunma saldırıdır” muadili cümlelerle Big Brother rejimi gibi kavramları ters yüz edip aklımızla alay etmeyin. Her şeyi unutsak bile dilimizi unutmayız.

İlginizi çekebilir!  Şeyh Said Hain mi, Kahraman mı?

İSRAİL’İN ‘RUHSATSIZ NÜKLEER SİLAHLARI’

Gelelim İsrail’e… 1960’lardan itibaren elbette ABD’nin örtülü desteğiyle ve kendi uzmanlarının geliştirdiği teknolojiyle Dimona’da nükleer tesis kurdu. Bu tesiste çalışan Mordehay Vanunu’nun hikâyesini bu köşede anlattım, tekrara gerek yok. Vanunu’nun 1986’daki itirafları zaten her şeyin delili.

Pakistan da yine bir nükleer güç sahibi olarak, Hindistan’a karşı dengelenmek için ABD desteğiyle nükleer güce erişti, 1998’de ilk denemesini yaptı. Kuzey Kore 2006’da nükleer güç oldu. Bu arada ülkemizin de önde gelen NATO üyesi olarak kripto, gizli nükleer silahlara sahip olma ihtimali bulunuyor. Varsa İncirlik’tedir, bir risk halinde geri vermeyip kullanıma hazır halde tutmalıyız. S-400 gibi…

Üçüncü Dünya Savaşı senaryoları emin olun önümüzdeki beş yıl, on yıl içinde eğer halen savaş çıkmamışsa hep nükleer güç bağlamında konuşulacaktır. Savaş çıkmazsa da bunun tek sebebi, Soğuk Savaş’taki dehşet dengesinde gördüğümüz gibi nükleer güç olacaktır.

Türkiye’nin nükleer güç olması, ekonomik bağımsızlık, jeopolitik caydırıcılık ve uluslararası prestij açısından kritik önemdedir. Ancak bu süreç, bilimsel altyapı, diplomatik zeka ve uzun vadeli bir strateji gerektirir. İsrail’in örtülü politikası ve Hindistan’ın bağımsızlık odaklı stratejisi, Türkiye için önemli dersler barındırıyor. Ancak yine de kendi hikâyemizi özgün biçimde geliştirebilmeliyiz.

İlk kuantum bilgisayarımızı ülke olarak tanıttığımız, dünyanın; giderek cehenneme dönüşme riskini de taşıyan bir Yapay Zekâ cennetine gidişinin arifesinde olduğu şu süreçte ABD ve Rusya’dan başlayarak, bizim de dâhil olduğumuz en az 10 ülkenin elleri tetikte olduğu için bir ‘Meksika Açmaz’ında olduğumuzu söyleyebiliriz.

Açmazı, çatışmasız çözmenin tek aracı da, en büyük silahı yani nükleeri göstermek. Şimdi yüzde 70 güvendeyiz, ama yüzde 30 ihtimale binaen hep müteyakkız olmak zorundayız.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.