Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
reklam
reklam
celalettin yavuz logo
Celalettin Yavuz

Uyulmayacaksa Neden Yeni Bir Anayasa?

Prof. Dr. Celalettin Yavuz – Güvenlik Politikaları Uzmanı, 09 Haziran 2025

 

Yeni Anayasa için düğmeye basıldı. 12 Eylül 1980 ara döneminde Kurucu Meclis tarafından oluşturulan ve halk oyuna sunularak kabul edilen ancak, “Darbe Anayasası” şeklinde yaftalanan 1982 Anayasası değiştirilecek. Bu sebeple bu konu ele alınmaya çalışıldı.

Anayasa Değişikliğinin Gerekçesi

1924 Anayasası 27 Mayıs 1960 İhtilali sonrası değiştirildi. Ancak 12 Eylül 1980 darbesi sonunda darbenin lideri Kenan Evren “Bu anayasa, üzerimize bol gelen bir giysi gibi!” diyerek, 1961 Anayasası’ndaki hak ve özgürlüklerin pek çoğunun değiştirilmesi gerektiğini açıkladı.

Ancak 1982’de kabul edilen yeni Anayasa da bir süre sonra bu kez hak ve özgürlükler açısından oldukça dar bulundu. Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde 1987’de AB’ye üyelik başvurusu ve ardından Aralık 1999’daki AB Helsinki Zirvesi ile Türkiye’ye AB adaylık statüsü tanındıktan sonra, “AB Uyum Yasaları” gereği 1982 Anayasası hak ve özgürlükler açısından ihtiyaçları karşılayamayacak kadar dar ve sınırlayıcı görüldü.

Bu sebeple 1999-2002 arasında Bülent Ecevit’in DSP-MHP-ANAP Koalisyon Hükümeti döneminde, çoğunlukla DSP Grup Başkan Vekili ve Hatay Milletvekili Murat Sökmenoğlu’nun başkanlığını yaptığı TBMM oturumlarında büyük ölçüde değişikliğe uğradı.

Ancak gene de yeterli olmamış olacak ki Ak Parti iktidarı döneminde, dönemin iktidar ortağı “Gülen Cemaati”nin (daha sonra FETÖ) Lideri Fetullah Gülen’in “Mezarda bile olsanız kalkıp ‘Evet’ oyu verin!’ diye müritlerine talimat verdiği 12 Eylül 2010 tarihli Anayasa değişikliği referandumu sonrası da dahil, büyük ölçüde değişiklik getirildi. 201/’de Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçişle birlikte de değişiklikler devam etti. Ancak her nedense bir türlü iktidar tarafından beğenilmedi. Hatta muhalefet bile büyük ölçüde bu değişikliğe destek verdi.

40 yamalı bohçaya dönen mevcut anayasayı değiştirme konusunda bilhassa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ısrarcılığı sonucunda Meclis’te grubu bulunan siyasi partilerin taslakları TBMM’ye ulaştırıldı. Bundan sonrası komisyonlara havale edilecekti. Ancak 27 Mayıs 2025’te Erdoğan, yeni anayasa için 10 hukukçuyu görevlendirdiğini ve bu ekibin Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın 4 Haziranda ilk toplantısıyla çalışmayı başlatacaklarını duyurdu.

Erdoğan’ı takiben Cumhur İttifakı’nın bir diğer partisi MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli de 6 Hazirandaki açıklamasında “Darbeler anayasası terk edilmeli!” derken, siyasi partiler kanunu ve seçim sisteminin de gözden geçirilmesi gerekliliği üzerinde durdu. Bu gelişmeler sonrası yeni anayasa çalışmalarının Kurban Bayramı sonrasında hız kazanması beklenmektedir.

1982 Anayasası’na Göre Düzenlenen Anayasa Mahkemesi’nin Kararlarına Cumhur İttifakı’ndan İtirazlar

1982 Anayasası Özal’ın “Bir defayla Anayasa delinmez!” şeklindeki Türk siyasi tarihine unutulmayacak bir kavram kazandıran sözü ile ilk darbeyi yedi. Ak Parti döneminde ise Anayasa Mahkemesi kararlarıyla idarenin hareketlerinin çeliştiği görüldü. Özellikle Cumhur İttifakı döneminde yaşanan bu aykırılıklarla ilgili akılda kalan bazı örnekler şöyledir:

TİP’li ‘Seçilmiş’ Milletvekili Can Atalay’ın Yargılama Olayı: FETÖ ile ilişkilendirilen  “Gezi Parkı” davasında İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nce Nisan 2022’de Osman Kavala ile birlikte hüküm giyenler arasında Can Atalay da bulunmaktaydı. 18 yıl hapis cezasına çarptırılan Atalay, cezaevinde iken Mayıs 2023’teki Genel Seçimler sırasında TİP’in Hatay Milletvekili seçildi. Avukatları aracılığıyla mazbatasını alan, ama milletvekili yemini edemeyen Atalay için Yargıtay’a tahliye başvurusu yapıldı. Ancak reddedildi.

Bunun üzerine Anayasa’nın milletvekillerine yasama dokunulmazlığı getiren “Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclis’in kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz!” şeklindeki 83. Maddesinin uygulanması talebi ve “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlâl edildiği” gerekçesiyle AYM’ye başvuru yapıldı. AYM, dava hakkında 5’e karşı 9 oyla ‘hak ihlâli’ olduğu yönündeki kararıyla Atalay’ın tahliye edilmesi ve yargılamanın durdurulması için dosyayı yerel mahkemeye gönderdi.

Ancak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi hüküm verilmiş olduğu  gerekçesiyle dosyayı Yargıtay’a gönderdi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi AYM’nin kararına uymadığı gibi, Türkiye’de ilk kez ihlâl yönünde oy kullanan AYM üyeleri hakkında ise suç duyurusunda bulunarak “Yargı krizi”nin çıkmasına sebebiyet verdi. Ardından kararına uyulmayan AYM’ye tekrar başvuruldu.

AYM, Anayasa’nın 67. maddesinde güvence altına alınan “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı” ile 19. maddesinde güvence altına alınan “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine” bu kez 3’e karşı 11 oyla, Anayasa’nın 148. maddesinde güvence altına alınan “bireysel başvuru hakkının ihlâl edildiği”ne ise oy birliğiyle karar verdi. İlaveten hak ihlallerinin ortadan kaldırılması, yeniden yargılanmasına başlanması, infazın durdurulması, tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi için kararın yerel mahkemeye gönderilmesine oy birliğiyle karar ve Atalay’a 100 bin lira tazminat ödenmesine hükmetti. Ancak kararı uygulamayan yerel mahkeme bir kez daha dosyayı Yargıtay’a gönderdi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, AYM’nin kararını yargıçlar yönetimi (jüristokratik) davranışı gibi nitelendirerek, “AYM’nin hak ihlali kararının hukuki değeri yok!” diyerek, karara uyulmamasını kararlaştırdı.

Bu sonucun ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, yüksek mahkemeler dahil hiçbir organ ve kurumun eleştirilemez olmadığını, yargının iki kurumu arasındaki yetki tartışmasının giderilmesi için gerekli hukuki düzenlemelerin çalışma yapılacağını ifadeyle “Anayasa Mahkemesi bu noktada maalesef birçok yanlışları da arka arkaya yapar hale geldi. Bu da bizi ciddi manada üzmektedir. Şu an itibarıyla Yargıtay’ın aldığı karar asla bir kenara atılamaz, itilemez!” diyerek, AYM’yi şikayetten de kaçınmadı.

O dönemde içlerinde Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın da bulunduğu bazı hukukçu Ak Partililerin Yargıtay kararını eleştirmesinin de yanlış olduğunu eklemişti. Yazıcı, Yargıtay’ın AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasını eleştirirken, bir dönem Kültür ve Milli Eğitim Bakanı olan Hüseyin Çelik de, vesayetleri kaldıran Ak Parti iktidarının bu kez de “kendi militan yargısını oluşturduğunu” söylemişti.

AYM kararına en sert tepkiyi AYM’nin kapatılmasını veya yeniden yapılandırılmasını isteyen MHP Lideri Bahçeli “Nerede bir suçlu varsa, nerede Türkiye’ye nefret kusan, ihanet eden, silah doğrultan, milli güvenliği, milli birlik ve kardeşlik ruhunu bozmayı amaçlayan bir hain bulunuyorsa Anayasa Mahkemesi tarafından hak ihlali kararıyla ödüllendiriliyor!” şeklinde gösterdi. Objektifliğini ve tarafsızlığını kaybettiğini, Türkiye’nin milli birlik ve kardeşliğine cephe aldığını ileri sürdüğü AYM Başkanı Zühtü Aslan’ı da hedefe koyan Bahçeli, “Teröre yardım ve yataklık suçu somut delillerle belgelendirilen HDP’nin devam edegelen kapatma davasını sekteye uğratan Anayasa Mahkemesi Başkanı ve malum üyeleri şehitlerimizin kemiklerini sızlatmaktadır! derken, Türkiye ile uğraşmak yerine, “cesaretin varsa Kandil’e git!” diyerek çok sert bir şekilde uyardı.

Bahçeli’nin HDP kapatılmadığı için AYM’ye ateş püskürmesi ve ardından “Terörsüz Türkiye” çıkışını düşününce merhum Demirel’in siyaset için söylediği “Dün dündür, bugün bugündür!sözü hatırlandı.

FETÖ’nün Kumpas Davalarında Anayasa Mahkemesi: Bir zamanlar Ak Parti’yle iktidar ortağı olan Gülen Cemaati (sonradan FETÖ)’nin yargıdaki müritleri Balyoz-Ergenekon vb kumpas davalarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin en güzide komutan ve subayları akıl almaz derecedeki düzmece iddialarla tutuklanıp mahkum edilirken ne yazık ki bugünkü iktidar ve tüm ortakları ses çıkarmamışlardı. Hatta dönemin başbakanının bu kumpas davalarında kendisinin savcı olduğunu söylediği de unutulmadı.

Ocak 2012’de Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ dahi “terör örgütü yöneticisi” olmakla suçlanıp mahkum edilmişti. Başbuğ, Mart 2014’te, Balyoz mağdurları da Mart 2015’te Anayasa Mahkemesi vasıtasıyla aklandıkları zaman da AYM’nin Başkanı Zühtü Aslan’dı.

Hukuk Konusunda Genel Olarak Eleştirilen Gelişmeler

Çifte standardın uygulandığı bazı hukuki sorunlar da mevcut olup bazı örnekler şöyledir:

Kumpas Davalarında Farklı Uygulamalar: Şubat 2012’de Ak Parti-Gülen Cemaati’nin yol ayrımı başlamıştı. Kumpas davaları ile TSK’den sonra bu kez MİT’e de saldırıldı. Dönemin MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve eski müsteşarlardan Emre Taner ile bazı üst düzey yöneticiler şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrıldılar. O dönemdeki mevcut hukuk kurallarına rağmen devreye giren Başbakan Erdoğan tarafından Fidan ifadeye gönderilmedi, hatta bir hafta içerisinde TBMM’de MİT Yasası değiştirilerek, soruşturma izni Başbakanın iznine bağlandı. Yani, istenen zamanda istenen yasalar bir hafta içerisinde değiştirilebiliyormuş!

CHP’li Belediye Başkanlıkları Konusunda Farklı Uygulamalar: CHP Genel Başkanı Özgür Özel 31 Mayıs 2025’teki Düzce konuşmasında Erdoğan’ın da İstanbul Belediye Başkanı iken İmamoğlu gibi iftiraların her birine (rüşvet, irtikap, ihaleye fesat karıştırma vb) muhatapla yargılandığını, 12 Eylül Rejiminin etkisi sürmesine rağmen sabahın köründe evine polis yollanarak çoluğunun çocuğunun, eşinin yanından alınıp emniyete götürülmediğini, nezarette tutulmadığını, yargılamanın tutuklamasız sürdürüldüğünü, ceza almasına rağmen kesinleşene kadar beklendiğini, ceza kesinleştiğinde bile polis gönderilmeyerek davet edildiğini, ceza almasına rağmen Saraçhane’de miting düzenleyerek davul zurnayla Pınarhisar Cezaevi’ne uğurlandığını, 4 ay boyunca kaldığı cezaevinde yanında kalınmasına izin verildiğini, her gün 100’lerce kişinin ziyaretine engel çıkartılmadığını, o esnada çıkardığı bir şiir albümünün tüm ülkede satılırken engellenmediğini dahi anlattı.

Bilindiği üzere 1994’te Erdoğan %25.2’lik bir oranla İstanbul belediye başkanı seçilirken, İmamoğlu 2019 ve 2025 mahalli seçimlerinin her ikisinde de %50’nin üzerinde oy oranıyla seçildi. Buna karşılık, sadece milletvekillerinin ziyaretine izin verilen İmamoğlu konusunda Özel, “Dünün mağduru Erdoğan, bugünün zalimi olmuştur. Erdoğan’ın kendisine yapılmayanları bugün masum rakibine yapmaktadır!” şeklinde Erdoğan’ı eleştirmiştir. Özel tutuklanan İmamoğlu hakkındaki iddianame, iftiralara karşılık kanıt, cezaevine karşılık yargılama ve kesinleşen bir karar olmadığını, suçluymuş gibi “resimlerine, posterlerine, afişlerine yasak getiren, onun resminden bile korkan bir anlayış” bulunduğunu ilave etmiştir.

Özel’in “Çifte standart”a dikkat çektiği bu durum oldukça anlaşılabilir görülmektedir.

Özel ayrıca CHP’li bir milletvekilinin bu maksatla tutuklanan bir kişiyi ziyarete gittiğinde o kişiyi cezaevinde bulamadığını, uzun araştırmalardan sonra Çağlayan Adliyesi’ne savcılık tarafından çağrıldığının öğrenildiğini, tutuklunun anayasal hak ve özgürlükler açısından ifade verirken avukatına neden haber verilmediği sorulduğunda ise avukatın yanında rahat konuşamadığını ifadeyle “Yanında konuşamıyorsun, iyi ifade veremiyorsun. Bak başkaları konuştu, başkasına iftira attı, çocuğuna kavuştu. Senin eşin, çocuğun var. Onları da düşün. Düzgün bir ifade ver, evine dön.!” şeklinde cevap aldığını ileri sürdü.

Özel, tutuklanan belediye başkanlarının bir kısmının “ihaleye fesat karıştırmakla” suçlandığından bahisle, bu iftiraları atan kişinin (Aziz İhsan Aktaş) daha önce Ak Parti belediyeleri (Trabzon Büyükşehir, Şanlıurfa Büyükşehir, Elazığ Belediyesi, İstanbul Bahçelievler Belediyesi, Haliliye Belediyesi, Isparta Belediyesi vb) yanında 20 farklı ildeki kamu hastaneleri, Yargıtay, THY, TBMM, Devlet Hava Meydanları, Elektrik Üretimi A.Ş., Pamukkale Üniversitesi, Uludağ Üniversitesi gibi kurumlarından ihale aldığını, CHP’li belediyelerden ise Adana örneğindeki gibi seçimden önce ihale aldığını, ancak seçimden sonra feshedildiğini buna karşılık “bu kişi, bu belediyelerde ihaleleri aldı diye belediye başkanlarımızı içeri alıyorlar!” diyerek yakınmakta, hemen her belediye ve kurumdan ihaleyi alan bu kişi serbest kalırken, ihaleyi almış olduğu CHP’li belediye başkanlarının suçlu bulunarak tutuklanmasını şikayet etmektedir.

Ak Parti Çevresinde Yargının “Çifte Standartı”na Karşı Yükselen İtirazlar

Cumhur İttifakı’nın gelinen gündeki hukuk sistemine sadece CHP’den değil, muhalif olan hemen her siyasi partiden itirazlar yükseldiği gibi, kurucuları dahil Ak Parti çevresinden ciddi bir “hak ve özgürlüklere uyulması” çıkışları artarak yükselmektedir.

Ak Parti’nin kurucularından Hüseyin Çelik’in, Ertuğrul Günay ve AYM başkanlarından Haşim Kılıç’ın da bulunduğu 19 isim, Haziran 2025 ayı başlarında ‘Adalet Çağrısı’ metniyle iktidarı uyaran bir bildiri yayımladı. “Adaletsizlik bir beka sorunudur. Hukukun üstünlüğü yoksa adalet de yoktur!” ifadelerinin yer aldığı bildiride devletin meşruiyetinin hukuktan geldiğine, Anayasa’da 2017 değişikliği sonrası kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığı, AYM ve AİHM kararlarına uyulmaz iken keyfi tutuklamalar ve ‘gizli tanık’ uygulamalarına vurguyla “Türkiye’de hukuk devleti askıya alınmış, yargı yürütmenin etkisi altına girmiştir!” görüşü de yer aldı. Bir diğer dikkat çekici husus “cezalandırma amacı taşıyan tutuklama ve adli kontrol uygulamalarına son verilmesi” şeklindeki uyarı idi.

5 Mayıs’ta ise Ak Parti’nin ilk üç kurucusu arasında yer alan ve TBMM başkanlığı da yapmış hukukçu Bülent Arınç yeniden TBMM Başkanı seçilen Numan Kurtulmuş’a çağrıda bulundu. Arınç, iktidara geldiklerinde “askeri vesayet” sebebiyle itibar zedelenmesi yaşayan Meclis’e yeterli itibarı kazandırmışken, gelinen günde “Üzülerek görüyorum ki, siyaset kurumu ve Meclis, kamuoyundaki itibarını yeniden kaybetme riskiyle karşı karşıyadır!” diyerek, “Meclis’in demokrasimizin kalbi olduğunu yeniden milletimize hissettirmek; toplumsal sorunların çözüm yeri ve halkın en büyük sığınağı olan bu çatıya yeniden güveni tesis etmek” için göreve davet etti. Bu maksatla sözü TİP’li “seçilmiş” milletvekili Atalay’a getirerek “Milletin oyuyla seçilmiş ve yüksek yargı kararıyla mazbatası onaylanmış bir milletvekilinin cezaevinde tutulması, Meclis’in itibarına zarar vermektedir. Bu durum, demokrasiye olan inancı zedelemekte, halkın iradesini gölgelemektedir!” diyerek, sorunun “öncelikle adil, hukuka uygun ve olumlu bir şekilde sonuçlandırılmasını” talep etmiştir.

Sonuç

Buraya kadar özetlenenlere göre ne yazık ki sorun anayasalarda veya yasalarda değil, onu uygulayanlarda veya istediği yönetim şekli için değiştirmek isteyen siyasi iradelerdedir. Bu husus 2003 yılında bir meslektaşımın “Türkiye’de genellikle ‘Benim yaptığım mübah, başkasının yaptığı yanlıştır!” şeklindeki benzetimi hatırlattı.

İngiltere gibi bazı ülkelerde yazılı Anayasa bile yok iken, ya da birçok demokratik ülkede sık sık yeni anayasa yazılmadığı gibi, sık sık değişiklik yapılmadığı akla gelmektedir. Eğer uyulmayacaksa, Meclis’in ve çok sayıdaki Anayasa hukukçusunun mesaisinin boşuna olacağı unutulmamalıdır.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER