Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, 23 Haziran 2025
Özellikle soğuk savaş döneminde ABD ve Sovyetler Birliği tarafından propaganda teknikleri arasında “Algı Yönetimi”nin olabildiğince kullanılmış olduğu en azından soğuk savaş sonrasında daha iyi anlaşılabildi.
Türkiye’de de özellikle Ak Parti iktidarı esnasında mümkün olan her fırsatta kullanılmaya çalışılan algı yönetimi, sosyal medya ile adeta patlama yaşadı. Türkiye’deki uygulamalarının nasıl olduğu hususu bazı örneklerle ele alınmaya çalışıldı.
Algı, Algılamak ve Algı Yönetimi Nedir, Nasıl Yapılır, Yöntem ve Araçları Nelerdir?
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre algı; bir şeye dikkati yönelterek o şeyin bilincine varma, idraktır. Algılamak ise, bir olayı veya bir nesnenin varlığını duyu organlarıyla kavramak, idrak etmektir.
Ülke içinde veya küresel çapta kamuoyları üzerinde, kendi istek ve hedefleri yönünde etki yaratmaya “algı yönetimi” denilebilir. Bireyin ve kurumun algılarını yöneterek, onların düşüncelerini ve davranışlarını etkileme yöntemidir. Algı yönetiminin hedefinde insanların, devlet ve toplulukların algılarının istenilen bir yöne kanalize edilmesi vardır. Eldeki bilgi ve duygular vasıtasıyla kitlelerin duyularını değiştirmek veya mevcut durumu olduğundan farklı göstermeye çalışmaktır.
Algı yönetiminde özne duygudur. Duygu, kişinin iç aleminde kendi psikolojik tavırlarından ve çevresel etmenlerden etkilenerek ortaya çıkan psikofizyolojik değişimlerdir. Markalaşan bir ürün halkta “bu marka statü simgesi” duygusunu oluşturabilmektedir. Sonuçta hedef kitle için istenen şey duygularına hükmetmektir.
İyi ya da kötü maksatla da kullanılabilen algı yönetimi günümüzde sıradan bir işletmeden, büyük ya da küçük hemen her devlet tarafından arzu edilen her alanda kullanılmaktadır. Bu yöntemle insanlar yeni ortamlara, yeni kanunlara, yeni keşif ve icatlara, tüketim alışkanlığına, karşı tarafı caydırmak için korku yaratmaya kadar farklı hedeflere göre yönlendirilebilir.
Teknoloji, silah sanayii, ekonomik ve askeri güç, basın-yayın (sosyal medya dahil) gücü ile markalaşma ülkelerin algı yönetimi için önemli özelliklerdir. Reklam, iletişim beceri ve imkanları da en önemli araçlar arasındadır.
Günümüzde daha çok hükümetler, devletler, kurumlar ve firmalar tarafından sıkça uygulanan algı yönetimi, “İtibar ya da geçerlilik oluşturmak ve bunu korumak için kamuoyu desteği sağlamak, korumak ve devamını sağlamak” ile “Hedef kitlenin davranışlarını istenilen şekilde etkilemek, onların davranışlarını yönlendirmek!” için yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.
Algı yönetimi için önce hedef/hedefler belirlenir. Ardından karşıt fikirler, kişiler, kurumlar veya devletler belirlenir. Oluşturulacak algıları kırabilecek karşı odaklar iyi analiz edilir, farklılıklar dikkate alınır, öngörülerde bulunulur. Algı yönetiminde geri dönüşler/bildirimler sayesinde algı yönetiminin başarısı test edilir.
Algı yönetimine yardımcı unsurlar arasında uluslararası medya, haber akışının sürekliliği, anlık ve gerçek zamanlı bilgi/haber akışları, internet, haberin hazırlanmasında kolaylık çok önemlidir. Tüm bu hususların günümüzde yer alabileceği en elverişli ortam sosyal medyadır. Sosyal medyanın bir bakıma algı yönetimi savaşlarının ana cephesi olduğu söylenebilir.
Bilindiği üzere insanların önemli bir kısmı kendisine sosyal medya vasıtasıyla ulaşan bilgi ve haberlerin doğruluğunu teyit bile etmeden inanır ve hatta yakınlarına gönderir. Daha sonra bu bilgiler tekzip edilse dahi insanların önemli bir kısmı ilk duyduğuna veya okuduğuna inanmaya devam edebilmektedir.
Yakın Geçmişte Algı Yönetiminin İzleri
Algı yönetiminin her ne kadar ilk kez Amerikan ordusu tarafından geliştirildiği ileri sürülse de, aslında çok daha önceleri kullanılmaktaydı. Örneğin Cengiz Han ve Timur, sefer öncesi saldırılacak kente casusları vasıtasıyla bilgiler ulaştırarak, ne kadar büyük ve güçlü bir orduyla saldıracağı yönünde, dehşet salan bir algı yaratmaya çalışırlardı. Keza II. Dünya Harbi sırasında Alman SS propaganda subayları da insanların algılarını değiştirmek, istenen alana kanalize etmek için yoğun çalışmalar yaptılar.
II. Dünya Harbi sonrasında uzay çalışmaları, teknolojik gelişmeler, nükleer silahlar, savunma sanayiindeki büyük gelişmelerini birer propaganda aracı haline getiren ABD ve Sovyetler arasında özellikle ABD, Hollywood sinema sektörü, basın-yayın aracılığıyla çok daha daha etkin kullanmayı başarmıştı. Hatta Amerikan üniversitelerinde eğitim gören, “misafir öğretim üyesi” olarak çalışan, Fullbright vb fonlar vasıtasıyla ABD’de eğitim görenler, kendi ülkelerine döndüklerinde “ABD’nin gücü” konusunda ABD lehinde son derece yararlı ve ikna edici algı yönetimine yardımcı olmuşlardı.
II. Dünya Harbi sonrası Avrupa ve Uzakdoğu’daki hür dünya ülkeleri savaşın yaralarını sarmaya çalışırken, ABD’nin Marshhall Yardımları ile ABD’ye dış göçle ulaşanlar arasında bilhassa bilim-teknoloji alanında çalışanlara müthiş imkan ve kabiliyetler sağlandığı görüldü. Bu durum ABD’ye “beyin göçü”nü tetikledi.
Ardından 1980’li yılların başlarında ABD’nin “SDI Projesi” (Yıldız Savaşları) soğuk savaşın sonunu hazırlayan en önemli gelişmelerden biriydi. Bu teknolojinin Sovyetlerin çok ilerisinde olduğu algısı yaratılmış, zaten ekonomik açıdan ABD ve Batı dünyası ülkelerinin çok gerisine düşen Varşova Paktı (VP) ülkelerini frenlemek güçleşmişti. Bunlar bir araya gelmesiyle de Sovyetler ve Birliği ve VP çöktü.
ABD’nin askeri gücü markadır ve bunu destekleyen unsurları dünyanın en büyük nükleer başlık ve atma vasıtaları envanterine sahip oluşudur. Küresel ölçekte 800’ün üzerinde askeri üs ve askeri noktası mevcuttur. İstihbarat, askeri, iletişim, meteoroloji vb maksatlarla yerleştirilen uydu sayısında açık ara ilk sıradadır. Uzay çalışmaları sadece devlete ait NASA ile değil, SpaceX, Sierra Nevada Corp., Boeing, Lockheed Martin vb şeklinde en az 13 özel firma tarafından da sürdürülmektedir.
Son yıllarda özellikle Çin karşısında gerilese de Alman otomobilleri de önemli marka idiler ve küresel ölçekte “en iyi araba” olarak algı yaratmışlardı.
İsrail’in hava ve füze savunma sistemi “Demir Kubbe”, yakın tarihe kadar Gazze Şeridi ve Lübnan’daki Hizbullah’ın ateşlediği nispeten düşük teknolojili füzeleri rahatlıkla avladığı için “aşılamaz” bir savunma sistemi algısı yaratmıştı. Bu maksatla Yunanistan, İsrail yardımıyla kendi “Demir Kubbe”sini bile kurmayı tasarlamaktaydı.
Öte yandan algı yönetiminin kötü maksatlı kullanılması da yaşanmaktadır. İran, uranyum zenginleştirme çalışmalarının kesinlikle “nükleer silah üretimi” için olmadığını ileri sürse de İsrail, ABD ve Batı’nın baskın algı yönetimi ile sanki nükleer silah üretiyormuş gibi bir algı yaratıldı.
Türkiye ve Algı Yönetimi
Türkiye algı yönetimine merhum Turgut Özal döneminde adım attı denilebilir. “Halka Sesleniş” programlarıyla hükümetinin icraatını paylaşan Özal, bir dönem görev aldığı ABD’deki küresel finans çevreleri, ABD Başkanı George Bush’la yakınlığı gibi hususların parlatılmasıyla halkta “ekonomi” uzmanı bir lider algısı yaratıldı.
Türkiye’de algı yönetimini en ciddi ve planlı uygulama fırsatını Ak Parti iktidarının bulduğu söylenebilir. İktidarının ilk dönemlerinde “Komşularıyla sıfır sorun” yaratmakla övünüyordu. Oysa Sovyetler çökünce Karadeniz’de düşman ve hasım kalmamıştı. Yunanistan’la 2001 yılında Türkiye’nin teklif ettiği “Ege’de Güven Arttırıcı Önlemler” paketi ile ilişkiler yumuşamıştı. Kasım 1998’de Suriye ile imzalanan Adana Mutabakatı ile Suriye ile ilişkiler süratle normalleşmeye başlamıştı. 1990’lı yılların ortalarında İsrail’le imzalana Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması sonucu iki ülke ilişkileri oldukça iyi idi. DSP-MHP-ANAP’tan oluşan Ecevit’im koalisyon hükümeti döneminde Aralık 1999’da Helsinki Zirvesi sonucu Türkiye’nin adaylık süreci için tarih verilmiş, ilişkiler olmadığı kadar düzelmişti. Kendi iktidarı öncesinde gerçekleşen bu gelişmelerde dahli yok iken, Ak Parti iktidarı komşularla ilişkileri kendisinin düzelttiği algısını yaratmaya çalışmıştı.
Son yıllarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin’le gerektiğinde temas kurması, ABD’nin “uçuk” Başkanı Trump’la kolaylıkla telefon görüşmesi yapıyor olması, onu bir anda “Dünya Lideri” gibi gösteren parlatma faaliyetlerine dönüştürüldü. Oysa aynı Putin, Kasım 2015’te Hatay’ın güneyinde Rus uşağı düşürüldüğü zaman Türkiye’ye demediğini bırakmamış, ardından yaptırımlara başlamıştı. Trump ise ABD’nin düşman ülkelere uyguladığı “CAATSA” yaptırımlarını, ilk başkanlığı döneminde Türkiye’ye uygulayan, Türkiye’yi F-35 uçağı projesinden çıkartan, hatta parası ödenen uçakları vermediği gibi, parasını da hala vermeyen ülkenin başkanıdır.
Daha önce bu sütundaki bazı yazılarda iktidara, özellikle de Erdoğan’a yaranma güdüsüyle Tv ekranlarını dolduran “her konu uzmanları”ndan bahsedilmişti. Koro halindeki bu grup, Erdoğan ve iktidarın icraatlarını yere göğe sığdıramaz iken, muhalifleri olabildiğince, hatta yargıya intikal eden hallerde bile alenen “suçlayan” ifadeler kullanmaktan geri kalmamaktadırlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, hemen her gün, bazen de bir kaç kez devlet ve iktidara yakın Tv kanallarında konuşmasının tamamı verilecek şekilde yer almaktadır. Buna karşılık muhalefetin sadece “iyi olmayan” icraatı haber şeklinde verilmektedir.
Son yıllarda bakanlar, üst düzey bürokratlar, hatta meclis başkanı bile “Sayın Cumhurbaşkanımızın destekleriyle” diyerek sözlerine başlamakta, tüm bu konuşmalar devletin ve iktidara destek veren kanallarda yer almakta, böylelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın olabildiğince yüceltilmeye çalışıldığı bir algı yönetimi yürütülmektedir.
Bir diğer algı yönetimi şekli de abartılı haberlerdir. Karadeniz’de son olarak bulunan 30 milyar dolarlık yeni doğalgaz rezervi üzerine Tv kanalları “Dünyanın gözü bu keşfe çevrildi!” diye günlerce haber yaptılar, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Enerji Bakanı bizzat duyurdular. Oysa bu rezerv önemsiz sayılmasa da, Türkiye’nin bir yıllık ihtiyacının yarısı kadardır. Gabar’da bulunan yeni petrol yatakları için de öyle bir algı yaratıldı ki, konuyu bilmeyenler Türkiye’yi petrol zengini bir ülke zannedebilirdi. Gabar’daki dahil Türkiye’nin tamamında çıkartılan petrol, yıllık ihtiyacın sadece %8’i civarındadır. Yıllar öncesinden beri ham petrol üretimi ihtiyacın %10-11’ni karşılayabilecek durumdaydı.
Son aylarda hanelere gönderilen elektrik ve doğalgaz faturalarında, fatura tutarının bir kısmının “devlet desteği” olduğu belirtiliyor. Neden? Türkiye enerji hammaddesine bağımlı, elektriğe de çok büyük zam yapıldı. Oldukça yüksek olan fatura bedeli bile, “devlet desteği” şeklindeki algı yönetimiyle hafifletilmeye, hatta iktidara puan kazandırmayı hedefliyor.
“Lider Ülke Türkiye” ve “Dünya Lideri” söylemleri de iktidar medyasınca sıkça kullanılıyor. Hangi konuda “lider” olduğumuz söylenebilir? İHA ve SİHA başta olmak üzere savunma sanayiimizin önemli bir gelişme kaydettiği doğrudur. Ancak İsrail’in silah satışları Türkiye’nin önündedir. İsrail’in üç savunma sanayi firması bile ilk 100’de bulunan Türk savunma sanayii firmalarının önündedir.
Her ay ihracat rakamları ilgili bakanlar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Tv ekranlarından abartılı şekilde açıklanırken, ithalat rakamı, ithalatın artış yüzdesi, dış ticaret açığı, ithalatın artış oranı telaffuz edilmemektedir. Zira ihracatla kıyaslandığında övünmek mümkün değildir.
21-22 Haziran 2025 tarihlerinde Türkiye’de gerçekleştirilen İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Dışişleri Bakanları Toplantısı için iktidar medyası “Dünyanın gözü İstanbul’da” diyerek algı yaratmaya çalıştı. Oysa ne yazık ki İİT, son derece etkisiz bir uluslararası kuruluştur. Etkili olsa ABD ve onun desteğindeki İsrail, Ortadoğu’da bu kadar sınırsız vahşette bulunamazdı.
Afrika Açılımı’nda mesafe kat eden, Türk Devletler Teşkilatı (TDT) kurulmasına önayak olan ve İİT üyesi olan “Lider Ülke Türkiye”, ne yazık ki BM Güvenlik Konseyi geçici üyesi bile değildir. İktidarı döneminde sırasında 920 km’lik sınırının bulunduğu Suriye’de entrikalar sonucu çıkartılan “Arap Baharı”nın bir kurgu olduğunu Ak Parti yöneticileri anlayamamıştır.
Lider Ülke Türkiye’de ekonomi, ekonomi biliminin gereklerine göre değil, karşısında hiç bir kimsenin aksini söyleyemediği bir kişinin emriyle Nas Ekonomisini (Faiz sebep, enflasyon sonuçtur!) uygulanmıştır. “Lider Ülke Türkiye”, 23 yıllık iktidarına rağmen, Ak Parti ve “Dünya Lideri” döneminde sosyal güvenlik sistemini allak bullak etmiştir.
Yüksek prim ödeyen emeklilerle ödemeyenler aynı kefeye konmuş, popülist davranışlarla on yıllık işgünü çalışanlar bile emekli edilmiş, gelinen günde emekliler ve ücretliler açlık sınırının altına itilmişlerdir.
Sonuç
Eninde sonunda Türkiye de Ak Parti sayesinde “algı yönetimini” öğrendi. Sadece bir kısmı yukarıda özetlenen ve iktidarın lehine çalışan bu yöntem, ne yazık ki emekli ve ücretlilerin aleyhine çalışmıştır.
Lider ülke diye algı yönetimiyle parlatılmaya çalışılan Türkiye, ekonomik sıkıntılar içerisinde debelenmeye devam etmekte, baskılanan döviz sebebiyle emekli ve ücretliler açlık sınırının altına itilmekte, uluslararası arenada Türkiye lehinde gelişmeler yaşanamamakta, lehte olan en küçük gelişmeler bile “zafer” veya “büyük bir başarı”ymış gibi algı yaratılmaya çalışılmaktadır.
Dış ticaret açığı büyürken, keyfi ekonomi yönetimleri hazineyi, ücretlileri ve emeklileri son derece olumsuz etkilerken, bu gerçeklere rağmen “Dünya Lideri” algısı yaratılmaya çalışılmaktadır.
Türkiye algı yönetimiyle değil, demokratik-hukuk sistemi ve her alanda bilimin ışığı altında yönetilmeye ve yönlendirilmeye layıktır.
YORUMLAR