WOTTV E-DERGİ
DOLAR 32,2750 -0.04%
EURO 35,1008 -0.07%
ALTIN 2.466,230,02
BITCOIN 2111697-0,23%
Celalettin Yavuz

Celalettin Yavuz

16 Mayıs 2024 Perşembe

    Erdoğan – Miçotakis Görüşmesinde Çatışan ve Örtüşen Konular

    Erdoğan – Miçotakis Görüşmesinde Çatışan ve Örtüşen Konular
    0

    BEĞENDİM

    Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, 16 Mayıs 2024

    Yunanistan Başbakanı Miçotakis 13 Mayıs 2024’te Ankara ziyaretini gerçekleştirdi. Bir zamanlar Türkiye düşmanlığı tavan yapmış iken son on ayda Ankara’yı 4 kez ziyaret ettiğini söyleyen Miçotakis ile Cumhurbaşkanı Erdoğan görüşmesinin öne çıkan konuları ele alındı.

    Türkiye – Yunanistan Arasında Görüşülen Konular

    İlk öncelikleri ekonomi alanındaki iki ülke için bölgedeki savaş ve çatışmaların yarattığı ortak etkilerle mücadele de ekonomiyi ilgilendirmektedir. Rusya-Ukrayna savaşı ile İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki katliamı, illegal göçmen geçişleri, deprem ve yangınla mücadelede karşılıklı yardım, terörle ortak mücadele gibi konular üzerinde karşılıklı görüşmeler beklenmekteydi.

    Ege’deki hükümranlık, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarında ise taraflar daha temkinli olmayı tercih etmektedirler. Çünkü taraflardan en azından birinin bu konularda şahinleşmesi, 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş merkezli depremlerle başlayan yeni yumuşama dönemini sonlandırabilir. Nitekim Yunanistan’ın 15-17 Nisan 2024 dönemindeki “Okyanuslarımız Konferansı” sırasında Yunan Başbakanı Miçotakis sözde Ege’de çevre koruma bahanesiyle, Türkiye’nin itirazına rağmen deniz kirliliği ile kontrolsüz avlanmaya karşı koruma altına almak maksadıyla koruma alanlarının %80 oranında genişletileceğini” belirtince, ziyareti öncesinde Erdoğan, çevre konusunun “kullanışlı bir paravan olarak görülmesi ve başka tartışmalı durumların gizlenmeye çalışılması”nın doğru olamayacağını vurgulamıştı.

    Erdoğan – Miçotakis İkili Basın Açıklamasında Öne Çıkan Konular

    Erdoğan’ın Aralık 2023’te Atina ziyaretinde imzalanan “Dostane İlişkiler ve İyi Komşuluk Hakkında Atina Bildirgesi”nde taraflar barış içinde bir arada yaşama konusunda kararlı olundukları açıklandı. Zaten bu imzanın ardından başta dışişleri bakanlıkları olmak üzere bakanlar düzeyindeki ikili görüşmeler ve ziyaretlerde artış yaşandı. Bunların sonucunda Ramazan Bayramı sırasında Türk turistler 7 günlük girişlerle Yunan adalarını ihya ettiler…

    İki ülkenin ticaret hacmi 6 milyar dolar civarında ve taraflar bunu 10 Milyar dolara çıkartma hedefi belirlediler. Bu maksatla Türk ve Yunan iş adamları 24 Mart’taki ekonomik işbirliği konseyi ile bu hedefe odaklandılar. Yunanistan, Türkiye’nin ihracatı içerisinde 10’ncu, ithalat Yunanistan’ın ihracatı açısından ise Türkiye 5’nci sırada yer alıyor.

    Erdoğan, “azınlıklar” konusuna “Azınlık konusuna iki ülke arasında beşeri bir dostluk köprüsü olarak görüyoruz. İlişkilerimizdeki olumlu atmosferin Yunanistan’daki Türk azınlık ve soydaşlarımızın haklarının karşılanmasına katkı sağlamasını bekliyoruz!”  şeklindeki ifadelerle azınlık konusuna özel önem verirken, Miçotakis özellikle “Türk azınlık” yerine “azınlıkların, dini bir azınlık olduğunu Lozan Antlaşması çerçevesinde görebiliriz!” diyerek, “Müslüman azınlığın Yunan siyasetindeki aktif varlığını ‘başarı’ olarak gördüğünü” ve Türkiye’den de Ortodoks Hıristiyan azınlık için aynı şeyi beklediklerini ifade eden diplomatik bir dil kullandı.

    Erdoğan’ın “Kıbrıs’ta gerçekler temelinde adil ve kalıcı bir çözüme kavuşturulması mühimdir. Böyle bir adımın atılması tüm bölgemizin istikrar ve huzurunu güçlendirecektir!” şeklindeki konuşması Miçotakis tarafından karşılık bulamaz iken, lütfen de olsa Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediklerini ifadeyle, Türkiye’nin düzensiz göçle mücadeledeki işbirliğine övgüler dizdi.

    Taraflar Filistin-İsrail çatışmasında iki devletli çözümde örtüşürlerken, Hamas’ın kimliği konusunda anlaşamadılar. Miçotakis, Hamas’ı terör örgütü diye nitelerken, Erdoğan işgal altındaki ülkesini kurtarmak isteyen “özgürlük savaşçıları” olarak niteledi. Bir diğer tartışılan konu da İstanbul Edirnekapı’daki, tarihi 6’ncı asra kadar dayanan Kariye (Chora) Kilisesi’nin bu ayın başlarında cami olarak hizmete girmesi üzerineydi.

    Sonuç itibariyle Erdoğan ziyaret öncesinde “Miçotakis ile uyum iklimi yakaladığımızı düşünüyorum!” demiş olsa da Mart 2022’de Türkiye ziyareti için “Beklenenden daha iyi bir iklimde gerçekleşti!” diyen Miçotakis’in iki ay sonra ABD Kongresi’nde Türkiye aleyhindeki konuşmaları unutulabilir mi? Zaten bu görüşme de “Ne şiş yansın, ne kebap!” anlayışındaydı.

    Devamını Oku

    Türk Kimliği Üzerine-4: Tarihte Türkler Üzerine Değerlendirmeler

    Türk Kimliği Üzerine-4: Tarihte Türkler Üzerine Değerlendirmeler
    0

    BEĞENDİM

    Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, 14 Mayıs 2024

     

    Önceki bölümde Türk dünyasının yayıldığı coğrafya ve “Türk” kelimesi ele alınmıştı, bu bölümde tarihte Türkler ve özellikleri üzerine değerlendirmeler üzerinde duruldu.

    Tarihte Türkler ve Özellikleri Üzerine Değerlendirmeler

    Dil birliği gibi etnolojik ilişki olmadığı halde, Türk devletlerinde Moğol unsurunun çokluğu ve geniş ilişkileri sebebiyle Türkler, Moğol tipinde (sarı renkli, dolikesefal) olarak tanımlanmıştı. Ancak, XX. yüzyılın ilk yarısındaki antropolojik incelemelerle Türklerin beyaz ırka mensup olduğu anlaşıldı. Yer yüzündeki dört büyük beyaz ırk grubundan “Europid” adlı grubun “Turanid” tipindeki “brekisefal” Türklerin, başta “dolikesefal Mongoloid”ler olmak üzere, diğer ırklardan ayıran antropolojik çizgilere sahip oldukları anlaşılmıştır.

    “Türk halkı, muhtemelen yaratılış kadar eskidir!” diyerek Roma ile İskitlerin aynı dönemde varlığını ileri süren bazı Batılı tarihçi/sosyologlar “Türk, yani atalarının, Heredot’un ‘Taritaos’u ve İncil’deki tek apostol ‘Togarmax’ ile eşit olduğu sanılmaktadır. Tatar ve Moğol adıyla anılan kardeşlerinin soyundan aynı isimli halklar türemiştir. Bunlar asırlarca Volga nehri ile Ural Dağları arasında ve Çin’de yaşamışlardır. Altay Türklerini dağlarından inerek Batı’yı fethetmek üzere yola çıkaran nedenler hiçbir zaman bilinememiştir…”  şeklinde tarihe not düşmüşlerdir.

    Tevrat’tan nakledilen eski geleneklerde de Türk soyu (Ham ve Sam’dan değil, Yafes’ten türemiş) beyaz ırktan gösterilmektedir. Turan tipini temsil eden Orta Asya, Maveraünnehir ve diğer yakın doğu Türkleri beyaz tenli, koyu parlak gözlü, değirmi yüzlü (ay yüzlü, badem gözlü), endamlı, sağlam yapılı erkek ve kadınları ile Ortaçağ kaynaklarında güzelliğe örnek gösterilmiş, hatta İran edebiyatında “Türk” sözü bazen “güzel insan” anlamında kullanılmıştır.

    M.Ö. 3000’li yıllardan beri Asya’da var olan kurganlardan çıkarılan iskeletler üzerinde antropologlar tarafından yapılan incelemeler sonucunda da Türk ırkının “savaşçı, beyaz ırk” (Andronov insanı: Türk ırkı) olduğu, koyu renkli saç, hafif esmere çalan beyaz (buğday) ten, brakisefal kafa, orta boy (ortalama 1.67 cm), uzunca-beyzi (değirmi) yüz, hafif çekik fakat mongoloid olmayan göz (badem) olarak tanımlanmaktadır.

    İlk kez Bizans kaynaklarında coğrafi ad olarak “Türkiye” (Turkhia) tabirine rastlanmaktadır.  IX.-X. asırlarda Volga’dan Orta Avrupa’ya uzanan sahaya bu ad veriliyordu. XIII. asırda “Türk Devleti” olarak Mısır ve Suriye’nin, XII. yüzyıldan itibaren Anadolu da “Türkiye” (Turcia) olarak anılmaya başlanmıştı.

    Türk boyları zaman içinde Türkistan, ya da Turan topraklarından göç etmek mecburiyetinde kalmışlardır. Bunlardan özellikle Hun ve Oğuz göçleri hem kat edilen uzun mesafeler hem de önemli tarihi sonuçlara sebebiyet vermeleri açısından dikkat çekicidir. Bu göçler çoğunlukla yeni yurt kurma maksadını güden büyük çapta fütuhatları karakterize etmektedir. Türk göçleri belirli gayelerden yoksun ve sonu meçhul birer macera girişiminden farklıdır. Bütün göçler Türk hükümdar ailesi mensuplarınca sıkı bir disiplin altında sevk ve idare edilmişlerdir.

    Göç dalgaları sonucunda çeşitli coğrafyalarda tarihi görevlerini gerçekleştirmelerine imkan sağlayan Türkler, ülkelerinde ekonomik sıkıntı içinde kaldıklarında “sızma” denilen bir yolla, kalabalık boy parçaları ve aileleri halinde, diğer ülkelerde hizmet almışlardır. Bu tür katılımlarda Türkler, içine girdikleri toplumlarda üstün yetenekleri sonucu, Mısır (Kölemenler) ve Hindistan örneklerindeki gibi askeri ve siyasi hayata hakim olmuşlardır.

    Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ul Lügat’it-Türk adlı eserine göre; “olgunluk çağı” anlamına gelen “Türk” adı Tanrı tarafından verilmiştir. Bu iddiasını “Türkler dünyanın hakimidir. Tanrı devlet güneşini Türklerin burcunda doğdurmuş, göklerdeki dairelere benzeyen diğer devletleri onun etrafında döndürmüştür” diye sürdürmektedir.  Öte yandan Oğuz topluluklarında “Ne servet, ne mevki, fertler arasında bir fark yaratılmadığı” gibi, eski Türklerde bir kimsenin bir diğerine uşaklık etmesi de söz konusu değildi.

    Not: Yazı dizisine “Türk Kimliği Üzerine-5” ile devam edilecektir.

    Devamını Oku

    İstihbaratta ‘Etki Ajanlığı’ Suç Sayılacak mı?

    İstihbaratta ‘Etki Ajanlığı’ Suç Sayılacak mı?
    0

    BEĞENDİM

    Prof.Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, Mayıs 2024

    Son haftalarda TBMM’ye taşınacak 9’ncu yargı paketinde “Yeni tip casusluk suçları” ve “etki ajanlığı’ tanımı gibi düzenlemeler yapılacağı duyulunca bu konu ele alındı.

    Basında Algı Yönetimi veya ‘Etki Ajanlığı’ 

    Soğuk savaş sırasında ABD istihbaratının komünizm tehdidi bahanesiyle ülkelerde algı yönetimi maksadıyla 1960’lı yıllarda Fransa’da The Paris Review gibi gözde dergiler bile yayınlattığı yıllar sonra anlaşıldı. Soğuk savaş öncesi sonrasında Türk basınında da çoğu Batılı ülkeler olmak üzere, kamuoyunu etkilemek maksadıyla çok sayıda basın mensubu bulunduğu ileri sürüldü. Hatta bazılarının isim ve soyadlarının ilk harfleri de verildi. Bunların ne dereceye kadar doğru olduğu tartışılmakla birlikte, FETÖ darbe girişimi öncesinde “Gülen” cemaatinin yayın organlarının yöneticileri ve yazarlarının etki ajanı olduğu çok net anlaşıldı.

    Hatta “Abant Toplantıları’na katılanlar, yakalanmadan önce PKK terörist başı ile mülakatını yayınlayanlar, FETÖ darbe girişimiyle bağlantılı Henry Barkey ile temasta olanların “Etki Ajanı” olması kuvvetle muhtemeldir. Arap Baharı sırasında özellikle Mısır’da sosyal medyanın algı yönetiminde oynadığı başrol de henüz unutulmadı. Bu genelleme içerisinde kalanların bir kısmı ve hatta ABD dış istihbarat birimi CIA adına rapor yazdığı ileri sürülenler arasında bile özel veya önemli devlet birimlerinde görevlendirilenler olsa da teyide muhtaçtır.

    Casusluk Suçları İçin Yeni Tanımlar ve Düzenlemeler Geliyor Ama…

    Yakında TBMM’de görüşülmesine başlanacak 9. Yargı Paketi’nde, casuslukla ilgili yeni düzenlemeler de var. Aslında günümüzde istihbarata esas bilgilerin %99’una yakınının siber ortam ağırlıklı açık kaynaklar olduğu dikkate alınırsa, bu düzenleme için geç bile kalındığı söylenebilir. Bilindiği üzere ABD’nin tüm dünyayı dinleyen/izleyen NSU oluşumu vasıtasıyla, belirli sözcüklerden hareketle küresel terör örgütlerinin uyuyan hücrelerini harekete geçirmek maksadıyla kullandığı internet ortamı (sosyal medya vb.) izlenmekte ve pek çok terör girişimi bu sayede önlenebilmektedir. NSU; telefon dinlemeleri yanında, internet üzerinden de haberleşmeleri izleyerek istihbarat elde ederken, pek çok kesimce çoğunlukla sosyal medya üzerinden insanları yönlendirmek için algı yönetimi (veya etki ajanlığı) sıkça kullanılmaktadır.

    Başta siyasi partilerin ve liderlerinin hitap ettiği toplum üzerinde etki yaratmak maksadıyla oldukça sık kullanılan algı yönetimi, karşı tarafı ötekileştirmek, kutuplaşma yaratarak siyasi çıkar sağlamak ve bunu oya dönüştürmek maksadıyla en sık kullanılan yöntemler arasındadır.

    Basında yer aldığına göre yeni yasa taslağında tanımlaması yapılacak olan “etki ajanlığının”  suç olarak Türk Ceza Kanunu’na sokulmasıyla önlem alınacakmış. Böylelikle diğer ülkelerin çıkarları için Türkiye’de kamuoyu oluşturmaları izlenmek suretiyle önlenmeye çalışılacakmış. Yani istihbarata karşı koyma (İKK) bağlamında sosyal medya dikkatle izlenecekmiş. Türkiye aleyhinde kara propaganda yaptığı belirlenenler “etki ajanı” kapsamına alınacaklar.

    Henüz tanım açık olmasa da “Ülkenin ekonomik, toplumsal ve kamu düzenini bozanların bu tanıma sokulmasıyla caydırıcılığı sağlamak adına cezai müeyyideler gelecekmiş. Bu arada MİT tarafından yayınlanan bir videoda “Bilinçli ya da bilinçsiz şekilde yabancı ülke istihbarat mensuplarına yardımcı olmanın suç olduğu” açıklaması ile bazı uyarılar ve talimat da var.

    Burada Anayasa’nın “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar!” hükmünün ihlal edilmemesi çok önemlidir.

    Sonuç itibariyle ‘Etki ajanlığı’ kavramı kesin çizgilerle belirlenerek Cumhuriyet savcılarının kararlarında ciddi hukuki sorunlar yaşanmamalıdır. Aksi halde TSK İç Hizmet Kanunu’nu ileri süren TSK komutanlarının durumuna düşülebilir. Düşünce özgürlüğü ile iktidar olanlar, yanlışlarını eleştirenleri “etki ajanı” diye suçlayabilirler. Bunun sonucunda ülke kargaşaya sürüklenebileceği gibi demokratik hukuk devleti de rafa kaldırılabilir. Siz ne dersiniz?

    Devamını Oku

    Türk Kimliği Üzerine-3:Türklerin Yaşadığı Coğrafya ve Türk Adı

    Türk Kimliği Üzerine-3:Türklerin Yaşadığı Coğrafya ve Türk Adı
    0

    BEĞENDİM

    Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, 10 Mayıs 2024

     

    Önceki bölümde Türklerin Kökeni ve diğer milletler üzerinde tarihi etkisi üzerinde duruldu. Bugün Türk dünyasının yayıldığı coğrafya ve “Türk” kelimesi ele alındı.

    İslamiyet Öncesinden İtibaren Türklerin Dağıldığı Coğrafya

    İslamiyet’ten önce Türkistan’da, İslam devrinde Yakın Şark ve Türkiye merkez olmak üzere Çin, Hindistan, Afganistan, Horasan, Doğu ve Orta Avrupa, Balkanlar, İran, Azerbaycan, Kafkasya, Anadolu, Irak, Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika Türklerin başlıca istila, göç ve hâkimiyetlerine sahne olmuştur. Türkler bu coğrafyalarda birçok devlet, imparatorluk ya da beylikler kurmuşlardır. Geçici yurtlara ve devamlı imparatorluklara sahip olmuşlardır. Şamani çağında Kun (Hiung-nu) ve Göktürk kağanlıkları, İslam çağında Selçuklu ve Osmanlı Sultanlıkları Türk dünya hâkimiyetinin dört büyük dönemini teşkil etmektedir.

    Avrupa Hunları, Ak Hunlar, Hazar, Uygur ve Bulgar hanlıkları, Oğuz ve Karluk yabgulukları, Müslüman İdil Bulgarları, Karahanlılar, Gazneliler, Harzemşahlar, Mısır-Suriye Memluk ve Hindistan sultanlıkları, Türkistan, Altınordu hanlıkları, Timurlu, Babürlü ve Safevi imparatorlukları, Türk hâkimiyetinin bu dört dönemine ait Türk devlet ve hanlıklarına aittir.

    Beylikler olmaksızın sıralanan bu Türk devlet ve hanlıklarının muhteşem varlığı, Türk tarihinde maddi ve manevi büyük amillerin rol oynadığını veya bu dönemlerin Türklerin şuurlarında birtakım siyasi inanç ve düşüncelerin teşekkül etmiş olduğunun önemli delillerdir. Türkler, başka milletlerden farklı olarak, daha İslamiyet’i seçmeden önce, kendi anlayışları ile tek bir Tanrı inancına yükselmişler, milli ve insani duygularla birlikte tarih sahnesine çıkmışlardır.

    Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra, adeta genlerine yerleşmiş dünya hakimiyeti düşüncesini yeni dinin ruh ve düşüncesiyle birleştirerek, daha yüksek bir mevkie eriştiler. Bu nedenledir ki, son bin yıl içerisinde İslamiyet ve Türklük, kişi ve nitelik olarak kaynaşmış, İslamiyet büyük ölçüde Türklerle özdeşleşmiştir.

    Türk Adının Kaynağı

    Orhun Kitabesinde “Türk” tabiri, “devletin esas halkını teşkil eden millet” anlamına gelmektedir. 1911’de “Türk” kelimesinin “güçlü, kuvvetli” anlamı taşıdığı ortaya çıktı. Daha sonra gerek A. V. Le Coq’un 1912’dekiVilhelm Ludwig Peter Thomsen tarafından 1922’de ve nihayet Gy. Nemeth’in araştırmaları sonunda 1927’de “Türk” kelimesinin bir millet adı olduğu kesinlik kazandı.

    Çin kaynakları “Türk” deyimini ünlü Aşınas (Açina) ailesinin mensup bir kabileye bağlamaktadır. 420 tarihli bir Pers metninde, “Altaylı” (Seyhun ötesi, Turanlı) kavimleri ifade etmek üzere “Türk” kelimesi geçmekte, 515 yılında ise “Türk-Hun” (kuvvetli Hun) tabiriyle de zikredilmektedir. Türk kelimesi devletin resmi adı olarak ilk kez 552-744 yılları arasında var olan Gök-Türk imparatorluğunda kullanıldı. Bu özetlerden anlaşılacağı üzere, “Türk” kelimesi belirli bir topluluğa mahsus “etnik” bir isimden ziyade siyasi bir ad anlamı taşımaktadır.

    Göktürklerle birlikte önce bu devletin, ardından bu devlete bağlı kendi özel isimleri de anılan diğer Türklerin ortak adı olmuş, zamanla da Türk soyuna mensup bütün toplulukları ifade etmek üzere milli bir ad haline gelmiştir. Millet ve devlet adı olarak “Türk” kelimesi ilk kez Çin’de, Chou sülalesi (557-579) yıllığında, Batıda Bizanslı Tarihçi Agathias’ın eserinde, Arapça’da Cahiliye devri şairi Nabigat’uz-Zubyani’nin “Divanı”nda ve Slavca’da XII. asır “ilk Rus kroniki”nde zikredilmiştir.

    Cumhuriyet döneminde Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lügat-it Türk’ün tercümesi sonrası Türk adının Hazreti Muhammed’e kutsal hadisle ulaştığından bahisle, “Yüce Tanrı ‘benim bir ordum vardır, ona Türk adı verdim, onları doğuda yerleştirdim. Bir ulusa kızarsam Türkleri, o ulus üzerine musallat kılarım’ diyor” şeklinde açıklanmaktadır. Türklere ad veren Tanrı, onları dünyanın en yüksek ve havası en temiz ülkelerinde yerleştirmiş ve “kendi ordum” demiştir.

    Not: Yazı dizisine “Türk Kimliği Üzerine-4” ile devam edilecektir.

    Devamını Oku

    Ateşkesi Kabullenen Hamas’a İsrail’den Refah Oyunu

    Ateşkesi Kabullenen Hamas’a İsrail’den Refah Oyunu
    0

    BEĞENDİM

    Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, 8 Mayıs 2024

    İsrail, “Ha girdim, ha gireceğim!” dediği, Gazze Şeridi’nin Mısır’a açılan kapısının olduğu şehre de girdi. Gazze Şeridi’nde taş üstünde taş bırakmayan İsrail, en yakın destekçileri ABD, İngiltere ve Almanya’nın daha önceleri “Lütfen en azından Refah’a saldırma!” dercesine itirazlarına rağmen, Hamas’ın İsrail saldırısından yedi ay sonra 7 Mayıs 2024 sabahı Refah’a saldırarak, rövanşı aldığı gibi Refah Kapısı’nın Filistin tarafını ele geçirdiğini de duyurdu.

    Hamas, Ateşkesi Kabul Ettikten Saatler Sonra Oyuna mı Geldi?

    Gazze Şeridi’nde yeni yeni bulunan toplu mezarlarla yedi ay içerisinde İsrail’in katlettiği çoğu çocuk ve kadın Filistinlilerin sayısı 35 bini aştı. 80 bin civarında yaralı, çoğunun öldüğü tahmin edilen 6 binin üzerinde kayıp var. 1.9 milyon kişi de evini, yurdunu, bahçesini, işini kaybederek İsrail’in “Güvenli bölge” diye işaret ettiği Refah’a sığınmışlardı. Fazladan gelen 1.9 milyon kişinin evlerde, yurtlarda, otellerde ağırlanması mümkün olamadığı için derme çatma çadırlarda ve kulübelerde yaşayan “kendi ülkesinde sığınmacı” konumundaki Filistinliler, bir darbe de İsrail’in Refah şehrine 6/7 Mayıs sabaha karşı karadan ve havadan saldırısıyla yediler.

    Daha önce Refah’ın Mısır tarafından bölgeye ulaştırılan “insani yardım konvoyları”, bundan böyle İsrail’in denetimine tabi olacak. Yani yardım malzemelerinden istediğini, istediği zaman ihtiyaç sahibi Filistinlilere verecek, ya da vermeyecek…

    İşin ilginç yanı da bir süredir Mısır ve Katar’ın aracılığında İsrail ile Hamas arasında sürdürülen ateşkes görüşmelerine Hamas rıza göstermiş, anlaşmanın kabul edildiğini zanneden Filistinliler Refah sokaklarında gösterilere bile başlamışlardı. İşte Filistinliler sevinç naraları atarken, Hamas tarafından kabul edilen şartların Mısır tarafından ‘yumuşatılmış’ olduğu için Netanyahu Hükümeti tarafından kabul edilemeyeceği de ajanslarda geçmişti. Nitekim böyle de oldu ve bir bakıma İsrail de Hamas’ın beklemediği bir zamanda Refah’a saldırdı.

    Refah Saldırısı Öncesi Gazze Şeridi’nin Tasviri

    BM Kalkınma Programı ve Ekonomik Kalkınma örgütünün ortak raporu, Filistin Merkezi İstatistik Bürosu’nun verilerine göre daha 15 Nisan 2024’te Gazze Şeridi’nde hasar gören 370 bin civarındaki konuttan 79 bini tamamen yıkılmış. Yıkılan evlerin tamamının yeniden inşasının 2040’a kadar sürebileceği değerlendiriliyor. Bu arada bu süreye hasar gördüğü halde yıkılmayan yüz binlerce evin onarım süresi dahil değildir.
    BM’nin Ocak 2024 içinde yayınlanan raporunda, Gazze’deki yıkımın mali boyutu yaklaşık 18.5 milyar dolar olarak belirtilmekteydi. Gazze Şeridi’ndeki altyapının da 40 yıl geriye gittiği, yeni kaynak bulunsa bile 20 yılda yenilerinin yerlerine konabileceği ileri sürülüyor.

    Türkiye’nin İsrail’le Ticareti Tamamen Askıya Alması

    Türkiye, 2 Mayıs 2024 tarihi itibariyle İsrail’le ticareti durdurdu. Bir önceki ay da Türkiye Gazze’deki İsrail vahşeti sebebiyle inşaat demirinden yassı çeliğe, mermerden seramiğe kadar 54 ürün grubuna ihracat kısıtlaması getirmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan da 24 Nisan’da Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier ile Ankara’daki basın toplantısında “İsrail ile yoğun ticari ilişkileri artık ayakta tutmuyoruz, o iş bitti!” şeklinde ifade kullanmıştı.
    TÜİK’n verilerine göre 2023’te Türkiye-İsrail ihracat hacmi 7.07 milyar dolardır. Bunun 5.43 milyar doları ihracat, 1.64 milyar doları da ithalat şeklindedir. 7 Ekim 2023’te Gazze Operasyonunun başlamasıyla zaten İsrail’le ticari ilişkilerde düşüş başlamıştı. 2023 yılı itibariyle İsrail, Türkiye’nin en ihracat yaptığı ülkeler arasında 13’üncü sıradaydı.

    Sonuç itibariyle Refah’ın da ele geçirilmesiyle Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilerin hayatı daha da çekilmez hale gelecektir. Aslında BM Barış Gücü’ne ihtiyaç varsa da ABD’nin vetosu bunu önleyebilir. İsrail, Filistinlileri bölgeden atmak istese de bunu destekleyen yoktur. İsrail’i frenleme konusunda S. Arabistan, Mısır, BAE gibi Arap ülkeleri de İsrail’le ticareti kesmezlerse, Türkiye’nin ticaret fazlası verdiği bu ülkeyle ticareti durdurma girişimi “Attığı taşın kurbağaya değmediği” etkiyle karşılaşacaktır.

    Devamını Oku