WOTTV E-DERGİ
DOLAR 32,2816 0.12%
EURO 35,1742 0.26%
ALTIN 2.512,530,49
BITCOIN 2129454-1,34%
Haydar AS

Haydar AS

18 Mayıs 2024 Cumartesi

    Ankara Emniyeti’nde Kurgulanan Kumpas, Ya Patlamasaydı?

    Ankara Emniyeti’nde Kurgulanan Kumpas, Ya Patlamasaydı?
    0

    BEĞENDİM

    Haydar AS – 18 Mayıs 2024

    Ankara Emniyetinde Ayhan Bora Kaplan isimli suç örgütü mensubuna yönelik soruşturmada kurulmak istenen kumpas bildiğiniz gibi ellerinde patladı.

    Bir takım polis şeflerinin soruşturmayı başka yönlere çekme gayretleri için ayarlamış oldukları Serdar Sertçelik isimli gizli tanık, kurulmak istenen Kumpası kalem kalem anlatarak olayın gün yüzüne çıkmasını sağlamış oldu.

    Hatırlarsanız geçmişte Tuncay Güney isimli bir müptezelin gizli tanıklığı üzerinden kumpaslar kuruyorlardı.

    Kumpastaki asıl amaç soruşturmaya bazı Ak Parti’li üst düzey isimleri de katıp özellikle 31 Mart sonrası yenilenme çalışması içine girilirken 17-25 Aralık benzeri bir kumpasla partiyi ve hükümeti sarsmaktır.

    Bu Kumpasın, ortaya çıkmasında her ne kadar ayarlamış oldukları Gizli tanığın ötmesi gözüküyorsa da, bana göre asıl neden FETÖ’nün Emniyet içinde bu tür Kumpasların uzmanı olan ekiplerinin mücadele kapsamıyla görevden uzaklaştırılmaları yatmaktadır.

    Halen içimizde olan ve devletin kurumları içerisinde faaliyet göstermeye çalışan Çaylak kriptolar ise ancak böylesine acemice hazırlanmış bir yöntemle yakayı ele vermiş oldular.

    Bu kumpasla Ak Parti ile MHP arasındaki ittifakı bozup surda bir gedik açma peşinde oldukları apaçık ortada olan bu hainler, gizli tanığa “Arada MHP’ye de çaksan çok şık olur” diye tembihte bulunmaları dikkatlerden kaçmamıştır.

    Bu kumpas ortaya çıktıktan sonra muhalif medya ve yurt dışındaki firari FETÖ’cü kalemşörler tekmili birden olayı sulandırıp “At izi it izine karışmış” diyerek kurnazlık yapıp olayı perdeleme peşine düşmüşlerdir.

    Dikkat ederseniz aynı grup, merhum Sinan Ateş suikastı üzerinden MHP ve Ülkü Ocakları’nın kurumsal kimliklerini olayın içine çekme peşindeler günlerdir.

    Özellikle 31 Mart yerel seçim sonuçlarıyla yeniden umutlanan FETÖ’nün gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında bulunan aktif aparatları aynı anda düğmeye basarak Ayhan Bora Kaplan üzerinden Ak Parti’ye ve Sinan Ateş üzerinden MHP’ye saldırıya geçmiş durumdalar.

    Bu her iki olayda da amaç, bir türlü sarsmayı beceremedikleri Cumhur İttifakı’na yeniden bir saldırı girişiminde bulunup milletin nezdinde alçaltıcı bir konuma oturtmaktır.

    FETÖ terör örgütünün önündeki en büyük engel MHP’dir.

    Çünkü MHP’siz bir Meclis onların en büyük hayalidir.

    Dikkat ederseniz bugüne kadar MHP, vatanına ve milletine düşmanlaşan kim varsa hep karşısında olmuştur.

    Bir dönem FETÖ ile hem hal olup ardından terör örgütüyle müzakere etmeye kalkan Ak Parti’ye karşı söylediği ağır sözler hepimizin belleğinde yer almaktadır.

    Ne zamanki FETÖ gerçek yüzünü gösterdi, o günden bugüne kadar FETÖ ile mücadele eden Ak Parti’yle mücadeleye destek verdi.

    Yani demem o ki;

    FETÖ’nün MHP’ye yönelik kaset operasyonları da…

    Meral Akşener’le birlikte MHP’yi ele geçirme planları da…

    Olmadı, İYİ Parti’yi kurdurup MHP’nin içini boşaltma gayretleri de…

    Sinan Ateş suikastı üzerinden MHP’ye kumpas kurma girişimleri de hep ters tepti.

    Pes edecekler mi? Elbette hayır. Her geçen gün daha da hırslanarak ve umutlanarak mücadeleye devam edeceklerdir.

    Çünkü onları yöneten ve yurt dışında kol kanat olan küresel güçler hep yeni hamlelerle onları desteklemek için bekliyorlar.

    Bugün Ankara Emniyeti’nde engellenip kontrol altına alınan olay yarın bir başka ilimizde benzer bir şekilde neden olmasın?

    Fakat burada hükümete çok fazla iş düşmektedir. Halen Kurumlarımız içinde kripto olarak kol gezen FETÖ artıklarına, özellikle üzerlerine atılı hiç bir suçları olmayanlara karşı uyanık olmalı bu uyuyan hücreler tıpkı Ankara Emniyeti’nde olduğu gibi bir gün uyanırlarsa farklı bir “darbe” le karşı karşıya kalabiliriz.

    Çünkü bahsettiğim bu hücreler bilerek uyutuluyor diye düşünüyorum..

    Haberin detayları için hemen TIKLAYIN

    Son Dakika haberleri için hemen TIKLAYIN

    Spor haberleri için hemen TIKLAYIN

    Devamını Oku

    Zeytinyağında Bir Dünya Markamız Neden Yok?

    Zeytinyağında Bir Dünya Markamız Neden Yok?
    0

    BEĞENDİM

    Haydar AS – 15 Mayıs 2024

     

    Geçtiğimiz yıl Avrupa’da rekoltenin düşük olması nedeniyle iç piyasada tüketiciyi koruma amacıyla dökme ve varilli zeytinyağı ihracatına süresiz yasak getirilmişti.

    Muhtemelen bakanlık bu yılki rekolteyi görüp ona göre karar verecektir diye düşünüyorum.

    İhracat yasağına rağmen fiyatlar yükseldi ama yasak getirilmeseydi kim bilir kaç katı fiyatlarla evlerimize girecekti.

    İhracat yasağı getirilmesine rağmen fiyatlar neden arttı diye soracak olursanız, durumu fırsata çevirmek isteyen tüccarlar diyebiliriz.

    Yaklaşık 200 bin ton Zeytinyağını yasak kalkınca ihraç ederim diye düşünen tüccarlar, maalesef hem arz sıkıntısı yarattılar, hem de süre uzadığından dolayı özelliğini kaybetmiş yağlarla baş başa kaldılar.

    Sızma olarak depolanan yağlar beklemeden kaynaklı rafine edilmiş yağa dönüşmeye başlayınca özellik kaybından dolayı bir zarar da cabası olmuş oluyor.

    Bu arada litresinin 10 dolara işlem gördüğü şu anki piyasada 5 dolardan taahhütte bulunan tüccarlarımız için yasak bir ödül niteliğinde olmuş oldu.

    Benim bu konuda altını çizmek istediğim asıl soruna gelecek olursak;

    Zeytinyağı üretiminde ülke olarak 450 bin ton üretim gerçekleştiriyoruz.

    1.500 bin ton üreten İspanya’dan sonra dünyada 2. sırayı alıyoruz.

    Bu üretimin yaklaşık olarak 150 bin tonunu iç piyasada tüketirken geri kalan kısmı ihraç kaydıyla işlem görmektedir.

    Bir başka deyişle zeytinyağı üretimimizin üçte birini biz tüketirken geriye kalan üçte ikilik dilimi ihraç ediyoruz.

    Bu ihracatın yaklaşık olarak yüzde 80’i dökme ve varilli olarak geriye kalan küçük bir kısmı ise ambalajlı olarak gönderiliyor.

    Peki bizden dökme ve varilli olarak satın alan İspanya ne yapıyor?

    Ambalajlayıp süsleyip püsleyip ihraç ederek katma değer oluşturuyor.

    Uluslararası tadımcılara göre en lezzetli zeytinyağına sahip olan bizler ise bu duruma seyirci kalarak cebimize giren üç beş lirayla kazandığımızı sanıyoruz.

    Dünyanın en lezzetli yağına sahip olacağız fakat bu konuda bir dünya markamız olmayacak, üstelik bizim üç katımız üretime sahip olan İspanya bizim malımızı allayıp pullayıp İspanyol malı diye dünyaya pazarlayacak.

    Bu arada bahsettiğim şekilde ürününü dünya piyasasına gönderen butik aile işletmelerimiz yok değil elbette. Fakat sayıları ve kapasiteleri çok az maalesef.

    Bu işletmeler özellikle, İspanya ve İtalya’daki rekolte düşüklüğü ve Türkiye’nin getirmiş olduğu dökme yağdaki ihracat yasağı nedeniyle çok güzel kazançlar elde ederek ülkeye de döviz kazandırmış oldular.

    Bu konuda Tarım Bakanlığı’na çok iş düşmektedir elbette…

    Üretici var, üstelik hem üretici hem de imalatçı. Avrupa’da ve Amerika’da neredeyse parfüm şişesi büyüklüğünde satılan sızma ve soğuk sıkım yağların üretiminde hepsi birer uzman.

    Özellikle Kuzey Ege’de neredeyse her köyde geleneksel yöntemlerle üretim yapan bir imalathane çıkar.

    Bakanlığa düşen ise bu girişimcileri cesaretlendirip, önlerindeki bürokratik engelleri kaldırıp çeşitli teşviklerle onları desteklemektir.

    Belki bu ihracat yasağı, girişimcilerimizi Ambalajlı ihracata yöneltir. Kim bilir?

    Neden bizimde bir dünya markamız hatta markalarımız olmasın ki?

    Devamını Oku

    Uyuşturucu İle Mücadele

    Uyuşturucu İle Mücadele
    0

    BEĞENDİM

    Haydar AS – 11 Mayıs 2024

     

    Farkında mısınız bilmiyorum ama bu uyuşturucu illeti yakın zamanda başımıza büyük dertler açacak gibi.

    Özellikle sentetik hap türü olan uyuşturucular tüm dünyada olduğu gibi maalesef ülkemizde de giderek yaygınlaşmaktadır.

    Örneğin ilaç statüsünde olan metamfetamin denilen bir uyuşturucu türü, hem üretimi hem ulaşılması kolay, fiyatının da uygun olması özellikle alt gelir gruplarında gençlerin ilk tercihlerinin başında gelmektedir.

    Bu arada, genç derken orta öğrenim çağındakilerden bahsediyorum. Aslında söylemesi bile zor olsa da Çocuk demek daha doğru maalesef.

    Uyuşturucu ile mücadele adı altında her gün onlarca torbacı yakalanmasına rağmen sanki bölünerek çoğalır gibi sayıları giderek artmaktadır.

    Aslında haksızlık etmek istemiyorum, çünkü gerçekten çok iyi bir mücadele yapıldığını biliyorum.

    Fakat bu amansız mücadeleye rağmen halen hızla rakamlar artış gösteriyorsa o zaman bir yerde yanlış yapılıyor demektir.

    Örneğin her gün torbacıların yakalanmasına rağmen piyasada arz eksilmiyorsa bir yerde yanlış yapıldığı ortaya çıkıyor.

    Biz farkında olmadan torbacıların sayısını artırmış oluyoruz.

    Mevcut torbacıları derdest ederek piyasaya yeni torbacıların çıkmasının önünü açarak aslında bu zehir sektörüne yeni elemanlar kazandırmış oluyoruz.

    En tepedekine ulaşmak için en alttan başlamak lazım yöntemi belli ki fayda etmiyor.

    Güvenlik güçlerimizin uçan bir sinekten bile haberdar olduğu bir dönemde tonlarca uyuşturucuyu yakalamalarına rağmen yine de bu konuda yetersiz kaldıklarını düşünmekteyim.

    Bu arada topu Güvenlik birimlerine atıp bu sorumluluktan kaçma şansımız yoktur.

    Ülke olarak bu konuda topyekün bir seferberlik ilan edip toplumun her ferdinin sorumluluk alarak elini taşın altına koyması gerekiyor.

    Haber kanallarında kentin izbe yerlerinde içimizi acıtan görüntülerle izlediğimiz o gençler senin, benim değil ama bizim çocuklarımız, bizim gençlerimizdir.

    İlk iş olarak aile kurumlarımız yol başçı olarak bu işe başlamalıdır.

    Çocuklarının oto kontrolünü sağlayabilecek ailelere sözüm yok, fakat henüz o bilinçte olmayan aileler eğitilip çocuklarının hayata kazandırılması sağlanmalıdır. Çünkü genelde sorun bu tip ailelerde ortaya çıkıyor.

    Kamu spotları yerine film yapımcıları ve senaristler senaryolarına bu konuda destek verecek filmler ve diziler yayınlayarak katkı sunabilirler.

    Dikkat ederseniz yabancı film platformlarında tam tersine uyuşturucuları özendirici sahneleri sık sık görmekteyiz. Bunların önüne geçecek yaptırımlar maalesef uygulanmamaktadır.

    Okullarımızda bu konunun çözümünü öğretmenlerimize bırakmak külliyen yanlış bir uygulamadır.

    Daha geçtiğimiz gün benzer bir olaydan dolayı bir okul müdürümüz öğrencisinin bıçaklı saldırısı sonrası hayatını kaybetti.

    Eğer okullarda öğrenci üzerinde arama tarama yapılmak isteniyorsa bunu o semtin polis birimlerinin yapması öğretmenlerimizi olası bir tehlikeden kurtarmış olur.

    Valilik ve belediyeler bu gençleri rehabilite edecek projeler sunarak katkıda bulunabilirler.

    Sonuç olarak, bu çocuklar hakkında hepimiz empati yaparak bunları tercihleriyle baş başa bırakmak yerine onları yeniden topluma kazandırmanın yollarını aramalıyız.

    Çünkü; Bugün ötekileştirdiğimiz bu çocuklar, yarın geleceğimiz olacaktır..

    Devamını Oku

    Özdil’in Zırvası, Acarer’in İfşası!

    Özdil’in Zırvası, Acarer’in İfşası!
    0

    BEĞENDİM

    Haydar AS – 08 Mayıs 2024

     

    Yılmaz Özdil, zırvalarına bir yenisini daha ekledi.

    Rumlara olan hayranlığını bilirdik ama Yahudi hayranlığını da öğrenmiş olduk hep beraber.

    Bu arada Rum, Yahudi veya Ermeni hayranı olmasında bir beis görmüyorum ama insan arada birde olsa yaşadığı topraklara hürmeten Türk’ten ve Türkiye’den yana tavır alır diyesim geliyor.

    Sözüm ona, İsrail’in soykırımına her platformda tepki koyan Türk milleti için “Türkler nasıl Yahudi düşmanı haline getirildi” ve “Nasıl oldu da Türkiye İsrail’i soykırımla suçlar hale geldi” diye polemik yaratma ustalığını göstermiş oldu.

    Polemik diyorum çünkü bu tür insanların gıda maddesidir polemik!

    O olmadan yaşayamazlar, varoluşlarını bile polemiğe borçludurlar.

    Yoksa aklı başında bir insan 77 milletin huzur ve kardeşlik içinde yaşadığı Türkiye için böylesine absürt bir iddia ortaya atar mı?

    Yine aklı başında bir insan, tüm dünya İsrail’in bu soykırımını kınayıp protesto ederken neden Türkiye diye sorar mı?

    İsrail’in yapmış olduğu soykırıma Yahudilerin bile tepki gösterdiği bir ortamda, sanki İsrail Yahudi olduğu için protesto ediyormuşuz gibi bir hava yaratması ve işi Yahudi düşmanlığına çevirmesi anlaşılır bir durum değil elbette.

    Bu ülkede Yahudi, Ermeni düşmanı pek azdır ama Türk ve Türkiye düşmanlarının epey fazla olduğunu ve üst klasman bir yaşam sürdükleri içimizi acıtsa bile inkar edilemez bir gerçektir.

    Bu kıymeti kendinden menkul muhterem, bir ara Rum hayranlığını da belgelemek için “Rumlar öyle meze yapar ki Kıbrıs’ı veresin gelir” diye alçakça bir laf etmişti.

    Bazen, kafası iyiyken bu sözleri sarf ediyor diyesim geliyor ama, bu iyi kafayla da olsa insan bir kaç sözde bu memleketin hayrına söylemez mi be kardeşim!

    Mesela, bir kıytırık mezeye Kıbrıs’ı gözden çıkaran bu müptezel, sarhoş kafayla da olsa neden Musul’u, Kerkük’ü almaktan söz etmez.

    Neden, bir şişe votkaya karşılık Rusya’yı almayı düşünmez de, Kıbrıs’ı vermeyi düşünür hep!

    Demek ki bilinçaltı öyle istiyor !

    Arkadaş alışmış vermeye yapacak bir şey yok!

    Şimdi bende sırf polemik olsun diye “Türkiye nasıl oldu da böyle Türk düşmanları yetiştirdi” dersem uygun olur mu?

    Bir başka vaka da, sözde gazeteci Erk Acarer denen kaçak hainin kendini ifşası.

    Bildiğiniz gibi Şehit MİT mensubu ve cenazesine katılan meslektaşlarının kimliklerini ve faaliyetlerini ifşa etmesiyle bilinen bu FETÖ’cü hain, kankası Can Dündar gibi yurt dışında kaçak yaşayarak Türkiye’ye olan kinlerini her fırsatta kusmaktadırlar.

    Türkiye aleyhinde bütün istihbarat örgütleriyle iletişim içinde olan bu zat sarhoş olarak katıldığı yayında yapmış olduğu ajanlığı farkında olmadan ifşa etmiş oldu.

    “Benim yaptığım haberler Alman Emniyeti ve Alman İçişleri Bakanlığı tarafından özellikle isteniyor” diyerek, neye ve kime hizmet ettiğini açıkça itiraf etmiş oldu.

    Şimdi bu hainlerin isteğe göre yapmış oldukları haberleri referans göstererek ülke içinde kaos ortamı yaratmak isteyen zavallılar ne düşünüyor merak ediyorum doğrusu.

    Bir dönem Sedat Peker tweetleriyle hükümeti nasıl deviririz çalışmasına katılıp, “surda bir delik açabilir miyiz” gayretine soyunan zavallılar oradan haber akışı kesilince bu defa Muhammed Yakut denilen bir müptezelin peşine düşerek ondan gelecek haberlere bel bağlar duruma düşmediler mi?

    Bu hainlerin eline tutuşturdukları metinleri sadece okuma görevini üstlenen bunun dışında her şeyden bi haber olan Muhammet Yakut’a o kadar anlam yüklemelerinin tek sebebi vardı; hükümeti nasıl aşağı çekebiliriz.

    Bu memleketin koca koca adamları ne olduğu belirsiz bir çakalın arkası yarın türündeki tweetlerini merakla bekler olmadı mı?

    Kim bu adam? Bu kadar bilgiye nasıl sahip olabiliyor diye sorgulamadan düş peşine..

    Halbuki üstündeki perdeyi kaldırıp, altında malum merkezin dezenformasyon çalışması yaptığını ilk günden fark ederek mesafe koyanlar azımsanmayacak kadar çoktu.

    Demokrasilerin olmazsa olmazı güçlü ve hür iradenizi sandığa yansıtarak istediğiniz hükümeti kurma veya mevcut hükümeti sandıkta devirme gücünüz varken, bu hainlerin peşinden gidip onların belli merkezden çıkan asılsız haberlerini bir umut olarak görmenin hezimetini daha kaç defa yaşayacaksınız?

    Devamını Oku

    Ilımlı Siyaset Mi? Hadi Canım!

    Ilımlı Siyaset Mi? Hadi Canım!
    0

    BEĞENDİM

    Haydar AS – 04 Mayıs 2024

     

    31 Mart Mahalli İdareler seçiminden sonra dikkat ederseniz siyasi partiler gerilimden uzak yumuşak siyaset veya ılımlı siyaset gibi kavramları uygulamaya başladılar.

    Bu duruma aldanıp, liderler artık gerilimden beslenmeden al gülüm, ver gülüm üzerine siyaset yapacak diye düşünüyorsanız yanılırsınız.

    Bu durumun iki nedeni olduğunu düşünüyorum.

    Birincisi, önümüzde dört yıllık seçimsiz bir dönemin olması nedeniyle gerek iktidar, gerekse muhalefet gergin geçen bir dönemin ardından dinlenmeye geçerken aynı zamanda kendi safralarını temizleme derdine düştüklerinden üretilen siyasetlere pek de oralı olmadan devam ediyor olmaları.

    İkincisi ise, liderlerin bu durumu bir taktik olarak uyguluyor olmaları.

    Yani;

    Ekonomik sıkıntıdan dolayı burnundan soluyan milletin tepkisini çekmemek için gereksiz polemiklerden uzak durma veya öteleme yöntemini uyguluyor olmaları.

    Örnek verecek olursak;

    1 Mayıs’ta Valilik kararıyla Taksim’de kutlamaların yasak olmasına rağmen CHP’nin çiçeği burnunda Genel Başkanı Sayın Özel’in önce bir acemilik yapıp kararı hiçe sayarak “Biz de orda olacağız” diyerek tüm partililerini davet edip, ertesi günü Saraçhane’den başlayıp Bozdoğan Kemeri’ne bile ulaşmadan (bilmeyenler için, yaklaşık 100 metre yürüdükten sonra) Aklı selim davranıp geri dönmesini bu hassasiyetten kaynaklandığını söyleyebiliriz.

    Aksi takdirde, benim bildiğim Özgür Özel o gün Taksim’e çıkmak için her türlü provokatif eyleme çanak tutarak bu gerilimden beslenmeyi daha uygun bulurdu.

    Yine bu olayla ilgili iktidar tarafından örnek verecek olursak;

    Sayın Özel’in yasağa rağmen “Taksim’de biz de olacağız” söylemine, dikkat ederseniz bir iki cılız tepki dışında pek gündem olmadı.

    Hatta, Türk askerine “Kimyasal silah kullanıyor” diye alçakça iftira atan TTB başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın arkasında bana göre nahoş bir poz veren Sayın Özel ile İmamoğlu’na söyleyecek sözleri olanların sustuklarını örnek verebiliriz.

    Oysa hassasiyetlerin oluşmadığı bir dönemde, Sayın Cumhurbaşkanımız en hakir sözleri bile sakınmadan bu duruma tepkisini koyardı.

    Yani değerli dostlar, siz yine de siyasetteki bu ılımlı havanın keyfini çıkarın ama, artık Demokratik siyaseti, hoşgörü siyasetini sindirip tatlı su siyaseti yapacağız gibi yanılgılara düşmeyin sakın.

    Zaten bu iyimser hava, siyasetin ruhuna ters bir durumdur.

    Siyaset gerilimden beslenir. Çünkü bu duruma biz prim veriyoruz aslında.

    Haber kanallarında çıkan konuklara bile tartışmanın hararetlenmesi için tembih de bulunulduğunu izleyicinin bu durumdan hoşlandığı inkar edilemez bir gerçektir.

    Mademki siyaset, güç birliğinin etkileşiminden doğuyor, o zaman sahip olduğun gücünü yeri ve zamanı geldiğinde kullanacaksın.

    Dolayısıyla bu yaşadıklarımız fırtına öncesi sessizlikten ibarettir.

    Eli kulağında, ha geldi ha gelecek!

    Yeter ki birbirimize hakaret etmeyelim ki, yarın birbirimize bakacak yüzümüz olsun.

    Siyaset yapmak da aynı zamanda bir sanattır, tamam da bunda bir güzel sanatlar ruhu da aramayalım yani!

    Devamını Oku