WOTTV E-DERGİ
DOLAR 32,3400 -0.07%
EURO 34,8790 0.06%
ALTIN 2.392,77-0,15
BITCOIN 20303074,83%
Faruk Taşçı

Faruk Taşçı

02 Mayıs 2024 Perşembe

    Reyting Kaygısıyla Aileyi Kurban Etmek İsteyenlere Karşı Mücadele

    Reyting Kaygısıyla Aileyi Kurban Etmek İsteyenlere Karşı Mücadele
    0

    BEĞENDİM

    Prof. Dr. Faruk TAŞÇI – 13 Mart 2024

     

    Yakın zamanlarda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı “reyting uğruna toplumsal değerleri çiğnemeyelim” vurgusuyla diziler ile ilgili genel uyarısını yaparken “bir dizide herkes mi kötü veya entrikacı olur” şeklinde dizilerin mahiyeti hakkında serzenişte bulundu. Bu anlamda bakan hanımın ifadeleri, esasında ortada bir reyting kaygısı olduğuna ve bu kaygı nedeniyle aile kurumunun kurban edilmeye çalışıldığına atıf yapıyor.

    Aile Kurumunun İşlevlerini Hatırlamak

    Aile kurumunun kurban edilmesi demek, aile kurumunun işlevlerinin devre dışı bırakılması demek.

    Aile kurumunun, mesela, biyolojik işlevi var. Bunun anlamı, ailedeki yetişkinlerin cinsel ilişkilerinin düzenlenmesidir; yani bir yanıyla aile demek, cinselliğin meşru yollarla (nikah) tatmin edildiği ortam demek, böylece neslin sağlıklı bir şekilde devamı mümkün olsun.

    Aile kurumunun sosyolojik işlevinde ise “sosyalleşme” vurgusu bulunuyor, çünkü sosyalleşme aile ile başlıyor; zaten aynı zamanda sosyalleşme, çocuk ile aile arasında başlayan ilk etkileşim sürecinin adı. Böylece ailede çocuk, iyi-kötü, güzel-çirkin gibi ayrımları öğreniyor. Bu durum, bir nevi aile üyelerinin değerlerinin, tutumlarının ve zihniyetlerinin aktarımı oluyor, yani burada bir “kültür aktarımı” söz konusu. Bu, aynı zamanda bir rehberlik ve eğitim süreci, çünkü aile üyelerinin ilk eğitimleri bu şekilde verilmiş oluyor. Bu eğitimin de uzantısı olarak aile üyesi çocukların hem ailede hem de toplumda sorumluluklarını öğrenmesi mümkün oluyor, yani sorumluluk sahibi nesillerin varlığı ailede başlıyor.

    Aile kurumun bir de psikolojik işlevi var. Bu, temelde “duygusal tatminlik” demek. Tatminlik hem eşler için hem de çocuklar için gerekli olan bir ihtiyaç. Bu ihtiyacın karşılanması sevgiyi de güveni de gerektiriyor. Bu nedenle aile, üyeleri için “en güvenli liman”. Hal böyle olunca, ailesinden sevgi, ilgi ve bilgi gören çocuk ileriki zamanlarda gemisini güvenli limana yanaştırma imkânı bulabiliyor, aksi halde geminin savrulma ve/ya batma ihtimali var.

    Bunların yanında aile kurumun ekonomik işlevi de önemli. Bir yandan ailede gelirin toplanması bir yandan da elde edilen gelirin harcanması söz konusu oluyor; yani aile hem üretim/gelir hem de tüketim alanına sahip. Böylece, aile kurumu hem kendi temel ihtiyaçlarını karşılamış oluyor hem de ekonomiye katkı sunuyor.

    Tüm bu işlevlerin içinde ve bazen de (kişilerin durumuna göre) bu işlevlerden bağımsız olarak, aile kurumunun dini işlevi de söz konusu. Örneğin, dinin etkisinin olduğu toplumlarda ailenin biyolojik işlevi daha öne çıkıyor çünkü din için aile olmada nikah önemli ve gerekli. Yine sosyalleşme süreçlerinde dinin ve değer eğitiminin etkisi büyük. İlk dini bilginin, ilginin ve sevginin verilebildiği yer olması nedeniyle aile kurumunda din, aynı zamanda duygusal tatmin de sunuyor. Nihayetinde din, helal-haram çizgisine göre ailenin neyi, ne kadar, nerede ve nasıl üreteceğinden (gelir elde edeceğinden) neyi, ne kadar, nerede ve nasıl tüketeceğine kadar etki yapıyor.

     

    Dizilere Kurban Edilmeyecek Kadar Aile Kurumu ve İşlevi Kıymetli

    İşte aile kurumunun tüm bu işlevlerin tam olarak ayakta kalması için önemli araçlardan biri medya; ancak medya aynı zamanda istenirse ailenin tüm işlevlerini yok edebilecek kadar güçlü bir araç! Medya içinde de dizilerin etkisi azımsanmayacak kadar fazla.

    Dizileri kızlar/kadınlar izliyor. Dizilerde kız/kadın profilleri ise bazen “hiçbir şey bilmeyen” kara cahil şeklinde bazen de “her şeyi bilen” bir nevi ilah makamında sunuluyor, bazen “herkesin oyuncağı” yapılmak isteniyor bazen de “herkesi oyuncak yapan” karakter konumunda. Bu profillerde aileyi bulmak mümkün değil, tam tersine, aileye ait tüm değerler imha alanına itilmiş oluyor.

    Dizileri gençler de yoğun şekilde izliyor. Dizilerdeki gençlik karakterleri ise tam bir “aileyi kurban etme ayini” sanki. Gençler “her türlü kötü ilişkinin içinde”, “büyüklerini hiçbir şekilde dinlemeye meyilli olmayan”, “çok rahat yalan söyleyebilen”, “baştan çıkarıcı”, “aldatan”, “hırçın”, “saldırgan” tarzı karakterler ile donatılmışlar. Yani gençlere açıkça, “değer yok”, “aile yok” sadece “senin hazzın var” ve “senden başka kimse yok” deniliyor!

    Yaşlılar ve aile içindeki konumları da dizilerde kurban ediliyor. Dizilerde yaşlılar, ya “işe yaramaz” ya “hep sorun çıkaran” ya “kenara itilmiş” ya “entrikaların başı” rollerinde. Yani ortada “normal” bir yaşlı yok gibi. Normal olmayan ailede anormal yaşlı profilleri ile dolu diziler ile “yaşlının ailedeki varlığının son kalıntıları da yok olsun” modu söz konusu.

    Engelliler ise dizilerde ya temsil edilmiyor ya da çok az temsil ediliyor. Temsil edilenler de kenarda-köşede ve becerileri düşük, statüleri zayıf pozisyonlarda ve aile kurgusu içinde olmaktan ziyade “tek başına bir dünya” gibi takdim ediliyorlar.

    Sonuçta, diziler üzerinden tüm kesimler “aile” konusunda “zarar” görüyor, dolayısıyla toplum zarar görüyor. Bu zararı engellemek için RTÜK var, Bakanlık var ama yeterli “güçlerinin” veya “imkanlarının” olduğunu söylemek zor. Bu nedenle esas mesele “aileyi güçlendirecek”, “aileye karşı her türlü saldırıyı bertaraf” edecek senarist-yönetmen ve yapımcıların var olması konusunda hassas olan tüm kesimlerin, her türlü farklıklarını bir kenara koyarak, son güçlerine kadar mücadele etmesidir, destekler sunmasıdır; çünkü bu durum bir ölüm-kalım meselesi olarak milli güvenlik meselesidir, “vatanını seven beri gelsin” meselesidir!