WOTTV E-DERGİ
DOLAR 32,2042 -0.02%
EURO 35,1985 0.17%
ALTIN 2.517,620,69
BITCOIN 2144936-0,65%
Mehmet Hakan Kekeç

Mehmet Hakan Kekeç

02 Nisan 2024 Salı

    Sinem Dedetaş, Üsküdar’ı korumak istiyorsa ne yapmalı?

    Sinem Dedetaş, Üsküdar’ı korumak istiyorsa ne yapmalı?
    0

    BEĞENDİM

    Yeni Üsküdar…

    Üsküdar’da Belediye Başkanı değişti: Hilmi bey yerine artık Sinem hanım Başkan oldu… AK Partili Hilmi (Türkmen) beyi hiç tanımazdım, oysa tanımam gerekirdi diye düşünüyorum, nihayetinde… Ya da her neyse, kısmet olmadı diyelim. CHP’li Sinem (Dedetaş) hanımefendiyi de pek tanımıyorum (Ama tanımam gerekir miydi, emin değilim). Velhasıl, olan oldu, olacak olan da oldu, hayırlısı olsun.

    Sinem Dedetaş

    Süheyl Ünver’in Üsküdar’ı

    Üsküdar, tıpkı Kadıköy, Beşiktaş ya da Fatih gibi, bir ‘yaşam tarzı’ imleyen ilçelerden (ideoloji değil, yaşam tarzı). Bu nedenle Sinem hanımın yapacakları içten içe epey merak ediliyor. Daha açık bir ifadeyle söyleyeyim: Hüdâyî’ye çıkan yokuşların başına nasıl işletmeler açılacağı, buralarda kimlerin oturup kalkacağı, Kaptanpaşa Camii merdivenlerinde yaşam tarzlarının karşı karşıya kalıp kalmayacağı, Uncular caddesinde oturan Marmara ilahiyat filozoflarına vergi gelip gelmeyeceği, ‘mütesettir’ kızlarımızın Eliyahu konseri izleyip izleyemeyeceği(…) gibi sorular şöyle bir akıllardan geçip gidiyor. Allah korusun!

    Sinem Dedetaş

    Süheyl Ünver’in Üsküdar’ı

    Seçimden evvel zaten “İBB’nin Kadıköy – Üsküdar arası tramvay projesi hazırlandı, onay aşamasında… Kadıköy de haftasonu şişiyordu… Beyoğlu da hem bitti, alternatifler gerek, bize bir Üsküdar lazım. Biraz da Üsküdar’da oturmalıyız!” gibi tuhaf sesler çıkıyordu. Bunları da hatırlayan / düşünen Üsküdar halkı, vizigot istilası bekler gibi mahallelerine ‘lümpen’ istilası bekliyor. Camlara önlemler alınıyor. (Bu ifadeler bana ait değil. Soran olursa söylerim).

    Sinem Dedetaş

    Süheyl Ünver’in Üsküdar’ı

    Seçim sonrası Halk Tv’de katıldığı bir programda Sinem hanıma gelen bir soru içerisinde aynen şu cümle geçiyordu: “Meğerse Üsküdar’da aydın insanlar da varmış.” CHP’nin milletvekili adayı olmuş bir hanım da şöyle yazmış: “Şükür, Üsküdar’a medeniyet gelecek.” Daha başka biri Üsküdar’dan ayak kokusunun çekileceğini söylemiş. Hepsi tamam ama bu sonuncusu… Bakalım…

    Sinem Dedetaş

    Süheyl Ünver’in Üsküdar’ı

    Öyle ya da böyle… Sinem Dedetaş Başkan hanıma başarılar dilerim. Umarım Üsküdar’ın mânevî sahiplerini unutmaz: Süheyl Ünver’i, Yahya Kemal’i, Seyyid Haşim Baba’yı, Fahir Baba’yı, Eşref Ede’yi, Nasuhi Efendi’yi, Selami Ali Efendi’yi, Devati Efendi’yi Karaca Ahmed Sultan’ı, Özemre’yi, Nezih Uzel’i, Düzgünman’ı, Okyay’ı, Samiha hanım’ı, Aziz Mahmud Hüdâyî’yi (…) Üsküdar’ı Üsküdar yapan ağırlığa her daim dikkat eder. İki kere ikinin beş etmesi gereken yerleri unutmaz.

    Üsküdar’ı ve mânevî sahiplerini -zahiren- koruma vazifesi artık Sinen hanımda… Bunun için ilk adımda Maltepe’den başlayan tramvay projesinden Üsküdar meydanını çıkartacağını umuyorum. Kendisinin dahi kontrol edemeyeceği bir şişkinliğe, karmaşaya ve hasara neden olacaktır bu proje Üsküdar’da…

    Sinem Dedetaş

    Süheyl Ünver’in Üsküdar’ı

    Bursa Belediye Başkanı Alinur bey’e söylediğimi hatırlıyorum: Eski semtlerimizi ‘büyüterek’ değil, ilginç ama ‘küçülterek’ koruyabiliriz. Bu eski semtin (Üsküdar) meydanını Malteyepe’ye doğru başka semtlerin meydanlarıyla bir tramvay projesi yardımıyla birleştirmek -kulağa hoş gelse de- Üsküdar için müsbet bir proje değildir. Bunun gerçekleşmeyeceğini, hatta küçülterek koruma modeline emsal olacağını diliyorum. Arz ederim.

    Devamını Oku

    Bir Melikoff Hikayesi: Biz Ona Böyle Şeyler Anlatmadık

    Bir Melikoff Hikayesi: Biz Ona Böyle Şeyler Anlatmadık
    0

    BEĞENDİM

    Mehmet Hakan KEKEÇ – 14 Mart 2024

     

    Irene Melikoff’un en mühim makalelerinden müteşekkil Uyur İdik Uyardılar adlı derlemede ilgimi en çok “Bulgaristan Bektaşîliği” hakkındaki bölüm çekmişti… Bulgaristan Bektaşîliğinin bir ucu Sarı Saltık, bir ucu Şeyh Bedreddin, bir ucu Mihaloğulları derken bir ucu Eskişehir Seyitgazi’dedir. Açıkçası salt Bulgaristan sınırlarında anlam ifade eden yerel bir kült olmaktan ziyade, Osmanlı Klasik Dönemi’nin inanç meselelerinde şifrelerle dolu epey zor ve çetrefilli bir konudur.

    Eskişehir Seyitgazi’de Şucaaddin-i Velî ocağının dedesi Mehmet Demirtaş ile.

    Bulgaristan Alevî Bektaşîliğinin ekserisi Eskişehir’in Seyitgazi ilçesindeki Arslanbeyli köyünde yer alan Şucaaddin-i Velî ocağına bağlıdır (Geniş bilgi için Hamza Aksüt’ün Alevi ocakları hakkındaki çalışmasına bakılabilir). Türkiye’de talipler olduğu gibi Bulgaristan’da da çoktur. Söylentiye göre Fatih döneminin mühim sufilerinden Otman Baba evlenmediği için talipleri Şucaaddinli olmuştur. Otman Baba gibi Demir Baba, Musa Baba, Akyazılı Sultan ocaklarının da Şucaaddin-i Velî ocağına bağlı olduğu söylenmektedir.

    Şucaaddin-i Velî Türbesi’nde. Bu türbe Eskişehir Seyitgazi’de

    Irene Melikoff Şucaaddin-i Velî Ocağı dedesi Nevzat Demirtaş’ın Eskişehir’deki evinde konaklamış, ona sorular sormuş, saha çalışmasını Bulgaristan’da da sürdürüp bir makale yazmış. İşte bu makale Uyur İdik Uyardılar adlı kitapta yer almaktadır. Aslında bu makalenin daha geniş versiyonu Kırkların Ceminde adlı kitabında da bulunuyor. Özetle Melikoff bu ocağın Babaî kökenli olduğunu söylüyor (ki Sarı Saltık ile alaka bu noktadan başlıyor), Şeyh Bedreddin’e büyük tazim gösterdiklerinden bahsediyor (Seyitgazi bölgesinin hamisi Mihaloğlu ailesi ile Şeyh Bedreddin arasındaki ittifakı düşününce şaşırmamak gerekir) ve en can alıcı nokta Hurufî olduklarını iddia ediyor!

    Demir Baba’nın Bulgaristan sınırlarında yer alan türbesi. Melikoff buradaki türbelerin 7 köşeli olması üzerinden “7 imamcı şiilik” tezini ortaya atar.

    Melikoff’un Bulgaristan Alevî Bektaşîleri ile Şucaaddin-i Velî Ocağı taliplerinin Hurufî olduklarına dair ispatı, Bulgaristan’da yer alan türbelerinin (Demir Baba, Otman Baba vs) 7 köşeli olmasıdır. Buralarda bir 7 ısrarı sahiden de göze çarpar. Kimi avizeler de 7 köşelidir. Melikoff’a göre Fazlullah ile müridleri (Hurufîler) 7 imamcı şiilerdir. Yaşadıkları facialardan sonra halifeler Anadolu ile Balkanlara gelmiş, bu görüşlerini Bektaşîler arasına sızdırmışlardır. Doğrusu Hurufîlerin kendilerine has görüş ve adetlerini Osmanlı topraklarına göç ettiklerinde beraberlerinde getirdikleri bugün akademi tarafından da kabul edilir. Ama bu 7 imamcı şiilik ile Şucaaddin-i Velî taliplerinin Hurufî olduklarını buradan yola çıkarak iddia etmek de neyin nesidir?

    Demir Baba türbesinde yer alan avize Melikoff’un iddia ettiği gibi sahiden de 7 köşelidir.

    Yazımda Melikoff’un da görüşüp evinde kaldığı Nevzat Demirtaş dededen bahsettim. O eve geçen sene ben de gittim. Şimdi dedelik vazifesini kıymetli oğlu Mehmet Demirtaş dede ifa etmektedir. Arslanbeyli köyündeki evinde bizleri ağırladı. Bahçesinde yetiştirdiği domateslerden ikram etti. Kitaplarından hediye etti. Dilinden bir an dua düşürmeden başarılı olmamız için her türlü desteğe hazır olduğunu söyledi. Bu görüşme sırasında Melikoff’tan sordum. Dede de Irene hanımın o evde kaldığı günleri anlattı. Ahmet Yaşar Ocak hoca da bu sırada Melikoff ile berabermiş. Dedeye Melikoff’un sonrasında yazdıklarından haberdar olup olmadığını sordum. Bir an durdu. Hayır dedi. 7 imamcılık ve Hurufîlik meselesinden bahsettim. Şaşırdı. Ve “biz ona böyle şeyler anlatmadık” dedi. Mehmet Dede daha sonra reddiyesini Aktüel Tarih’in Hacı Bektaş-ı Velî sayısında yayımladı. Özetle 7 köşenin 7 hizmetle ilgili olduğunu, Hurufî adetlerinin de sahiplenilmediğini anlattı. Literatür için mühim bir katkı oldu.

    Türk Destanları üzerine çalışan Irene Melikoff, Bektaşîlik hakkında çalışmaya 1969’da İstanbul’da dinlediği Feyzullah Çınar ve okuduğu nefeslerden çok etkilendiği için başlamıştır. İlerleyen yıllarda Feyzullah Çınar, Melikoff’un teşvikleriyle Avrupa’da konserler verdi.

    Yıllar sonra bu meseleyi Türkiye’nin en kıymetli Hurufîlik uzmanı Prof. Dr. Fatih Usluer’e de sordum. Bulgaristan Bektaşîliği üzerinde hiç durmadan “Hurufîlerin 7 imamcı olmadıklarını” söyledi. Konuya dair yeterli malumat Aktüel Tarih’in 9. sayısında yer alacak. Ki Goncagül Artam hoca da bu meseleyi kendisinde sorduğumda Melikoff’un kurduğu bağlantıya epey şaşırmıştı.

    Irene Melikoff’un da kaldığı Mehmet Demirtaş Dede’nin Seyitgazi Aslanbeyli köyündeki evinden bir hatıra fotoğrafı.

    Irene Melikoff’un literatüre katkısı ve yetiştirdiği talebeler tartışmasız bir noktadadır. Ama bana göre sağlaması yapılarak okunmalıdır. İleride bu konuda geniş yayınlar yapacağımı umut ediyorum…

    Devamını Oku

    Selman’a Çıkmak Nedir?

    Selman’a Çıkmak Nedir?
    0

    BEĞENDİM

    Mehmet Hakan KEKEÇ – 8 Mart 2024

     

    13.yy sufilerinden Barak Baba, günlerden bir gün korkunç bir yerin ortasında kalakalır:

    “yeti tengiz. yeti tengiz ortasında bir aydın gevher
    ol aydın gevherninğ yöresinde yetmiş bin tağ.
    ol tağda arslanlar, kaplanlar, kiyikler, böriler, ayular, çakallar…”

    Bu alıntıya göre ‘aydın gevher’in (Cevher/Nur) çevresinde, gevhere perde olan 70 bin dağ vardır. Abdülbaki Gölpınarlı burada şu hadisi hatırlatıyor: ‘Allah’ın nurani ve zulmani 70 bin perdesi vardır.’

    Barak Baba, perde olan bu tağları ve börileri görünce ne yapacağını şaşırır ve yardım ister.

    “…heyhate heyhat; saltuk ata, miskin barak!”

    Barak Baba, Ata’sı (şeyhi/yol göstereni) Sarı Saltık’ı bu vahşi tehlikelerden arınıp Nur’a varabilmek için adeta imdada çağırır. Ve sonrasında yürürken bile düş gördüğü bir yola girer.

    “…İrenler aydur: Biz yürürken tüş görerüz, tüşümizni neye yorarız?”

    Yürürken düş görenlerden biri de Bizim Yûnus olmalıdır. Çünkü bir şiirinde Yûnus; adını bu iki erenin adının yanına yazdırır:

    “Yûnus’a Tapdug u Saltug u Barak’dandur nasîb / Çün gönülden cûş kıldı ben niçe pinhân olam”

    Yûnus da 70 bin dağ ve bu dağın arslan ve çakallarından sıyrılmak için, Saltık Ata’yı, yolda düş görüp düşünü hayra yoranlarla birlikte nasibine katmıştır. Peki ya Saltık Ata’nın nasibi?

    “Sonra Şeyh Saltuk onun (Mahmud Hayranî) yoldaşı oldu, ondan nasibini aldı ve zamanının seçkinlerinden oldu.”

    Bu alıntıdan da anlıyoruz ki Sarı Saltık Ata da vahşi ormanını Seyyid Mahmud Hayranî’den aldığı nasible aşabilmişti. Bunu, her ikisini de yakından tanıyan Kadı İbnü’s Serrac -yani kaynak söylüyor. Demek ki bu nasib silsilesi şöyledir:

    Ahmed er-Rifâi – Seyyid Mahmud Hayranî – Sarı Saltık – Barak Baba – Tapduk Emre ve Yûnus Emre… İşte yolda yürürken düş görenler tam kadro. Tabii bu silsilenin bir “tarikat silsilesi” olup olmadığına dair tartışmaların hâlâ sürdüğünü hatırlatmak isterim.

    Peki, neden yürüyorlar? Yürüyerek bulabilecekleri nelerdir?

    Bu soruyu “Selman’a çıkmak” şeklinde yanıtlayacağız. Şimdi yeni bir soru: Nedir bu Selman’a çıkmak?

    Yaz aylarında zaviyesinden -rızk için- çıkıp gezen Kalenderî dervişler, abdallar, müvellehler hakkında “Selman’a çıktı” denirdi… Selman’a çıkmak ifadesi, İmam Cafer-i Sadık Buyruğu’nda da anlatılan Kırklar Meclisi’nden bir hatıradır: Efendimiz (sav) Mirac dönüşü kendilerini Kırklar diye tanıtan bir grupla karşılaşır, fakat bakar 40 değil 39 kişiler. O bir kişiyi sorduğunda “Selman-ı Farisî rızk için dışarıda” cevabını alır.

    Selman’a çıkanlardan biri de elbette Bizim Yûnus’tur. Sonrasında şöyle der:

    Acep şu yerde var m’ola,
    Şöyle garip bencileyin,
    Bağrı başlı, gözü yaşlı,
    Şöyle garip bencileyin.

    Gezdim Urum ile Şam’ı,
    Yukarı illeri kamu,
    Çok istedim bulamadım,
    Şöyle garip bencileyin.

    Kimseler garip olmasın,
    Hasret oduna yanmasın,
    Hocam kimseler duymasın,
    Şöyle garip bencileyin.

    Garip ifadesi mülksüzlüğe (fakr) işaret eder. Daha açık ifadeyle Allah’tan başka hiçbir şeye ve kimseye ihtiyaç duymama durumu. Marifet kapısından bir makamdır. Demek ki ‘Garip’ derviş, Marifet kapısından da geçebilsin (pişsin) diye mürşidi tarafından Selman’a gönderilir. Konunun detaylarını ve makamlarla ilgisini Mustafa Tatcı kitaplarında bulun.

    Yine Yûnus ile bitirelim:

    Dirildük bınar olduk
    irkildük ırmag olduk
    Akduk denize tolduk
    taşduk el-hamdüli’llâh

    Tapdug’un tapusında
    kul olduk kapusında
    Yûnus miskîn çigidük
    bişdük el-hamdüli’llâh

    Devamını Oku

    Fatih ve Akşemseddin

    Fatih ve Akşemseddin
    0

    BEĞENDİM

    Mehmet Hakan KEKEÇ – 23 Şubat 2024

     

    Fatih Sultan Mehmed, -o günün şartlarında- dünyanın teknolojik devi Osmanlı İmparatorluğunun askerlerini İstanbul surlarının önüne dizdiğinde, sesi kulakları sağır eden ve hatta birçoklarını bayıltan devasa Şahî topu sayesinde korku saldı zannedersiniz. Yani, surların içerisinde bir korku anı oluşmuşsa, ki bu normaldir, bu olsa olsa herhalde kuşları bile tımarhanelik eden topların gürültüsü sonucunda olmuştur dersiniz. Tabii böyle olması da gerekir: Bin 100 senedir Konstantinopolis’i koruyan üç kat duvarlar gök gürültüsü gibi sesler eşliğinde tuzla buz olmak üzeredir.

    Fakat ne ilginçtir ki böyle olmamıştır. İstanbul’un fethi öncesinde Bizans ahalisinin en korktuğu zamanın, Fatih’in orduya istirahat verdiği “o 3 gün…” olduğunu yazmış, olayların şahidi Phrantzes… Günlerdir devasa gülleler ile surlar dövülüyor, kulaklar sağır oluyor, en iyi ihtimalle bayılarak yırtıyorsunuz, ama Rûmlar en çok sessizlikten ürküyor! Büyük bir tarihçi hasletine sahip şair Yahya Kemal “mehîb (Heybetli) sükût (sessizlik)” şeklinde muazzam özetler bu anları.

    Anlaşılan o ki, o sessizliğin sebep olduğu belirsizlik, Şâhî’nin çıkardığı gürültüden bile daha gürültülüydü. Tarihin insanla yazıldığını, tarihin öznesinin insan ve duygular olduğunun çok net şekilde altını çizer bu Heybetli Sessizlik. Çünkü insan böyledir… Tarihte birçok sorunun cevabı, “çünkü insan böyledir” cümlesi ile biter. Bazen en azametli aksiyon, tekrarlar arasındaki ricat anlarında gizlenir. Çünkü insan böyledir.

    Fatih Sultan Mehmed de nihayetinde etten kemikten bir insandı. “İnsan Fatih’in” derdine yetişen Akşemseddin oldu. Akşemseddin’in “Fatih’in hocası” olması meselesi netamelidir. Burayı geçiyorum… Akşemseddin hz’nin fetih sürecindeki desteğinin siyasî bağlamı mühimdir asıl. Fatih; ulema ve Çandarlı taraftarlarının fethe muhalefetini dönemin en güçlü tarikatı bayramîlerin (Akşemseddin Bayramî şeyhidir) desteğini alarak dengelemişti. [Bayramîler, Fatih’in babası II. Murad devri öyle güçlenmişlerdi ki, Sultan II. Murad biraz da gözdağı için Hacı Bayram-ı Veli’yi Edirne’ye davet etmişti].

    Bayramî Akşemseddin’in Göynük’teki türbesinin, Orhan Gazi’nin büyük oğlu Rumelî fatihi Süleyman Paşa ile Rumeli’ye geçen gazi-erenlerden Aksungur Dede’nin bitişiğinde olması, Ak-Şeyh’in içinde bulunduğu zümrenin tespiti için çok önemlidir. Fatih, fethe imkânsız diyen “ulema aklına” karşı, Akşemseddin üzerinden “bağımsız gaza ehlini” fetih sürecine çekmişti.

    Fatih, süresi gittikçe uzayan fetih sürecinde, iç dünyasında gerçekleşen “mehib sükût”u, Ak-Şeyh ve Bayramîlerin desteği ile bertaraf edebilmişti. Bunu, daha ortada hiçbir müsbet bir gidişat yokken, Fatih’e karşı muhalefetin en zirve anlarında, Ak-Şeyh’in mektuplarından duyulan zafer seslerinden de anlayabiliyoruz.

    Rahmetli Halil İnalcık’a göre bu mektup, Fatih’in ve askerlerinin fethe olan inancını tazelemiş, başarıda rol oynamıştı. İşte o mektup:

    “Allah yegâne yüce yardım edendir. (…) Bu hâdise ki o gemi ehlinden dolayı meydana geldi. Kalbe hayli sıkıntı ve kırgınlık getirdi. Bir fırsat çıkmıştı fakat elden kaçırılınca birçok olaya sebep oldu. (…) Diğeri budur ki: mübârek varlığınıza eksik görüş isnad edilmesi ve emirlerinizi uygulatmada eksikliklerinizin olduğu ithamıdır. (…) Hemen araştırmaya girişilip kimlerin böyle bir duruma yol açtığını ve gerekli gayreti göstermediğini tespit etmek icap eder. Sonra da mesul olanları derhal ağır cezalara çarptırıp azl etmek lâzımdır. Yoksa yarın bir gün kaleye hücum edildiğinde ve hendeklerin doldurulmaya başlanması sırasında ağır davranırlar. Sizin de bildiğiniz gibi bunların çoğu ‘yasak Müslümanı’ denen gönülsüz, zoraki iş gören kişilerdir. Allah için başını ve canını koyacak çok azdır. Bu gibiler bir menfaat ve ganimet gördüklerinde işe sarılırlar, canlarını dünya için ateşe atarlar. (…) Biliniz ki sevinç içinde, Allah’ın yardımına ulaşarak, Allah’ın yardım ve desteğiyle mansur ve muzaffer olacağız. Âmin… Gerçi kula düşen tedbirlerde kusur etmemektir. (…) Hüzün içerisinde biraz Kur’an okuyup yattım. Allah’a şükür olsun ki çeşit çeşit lütuflarına ve müjdelere şahit oldum, epeyidir bunun gibi bir şeye mazhar olmamıştım. Tam bir teselli buldum. Bu sözleri söylediğimiz hazretinize fuzûli bir kelâm olmaya, hazretinizi sevdiğimizdendir.”

    Devamını Oku

    Kalenderîlerden Bir Oyun ve Metin And

    Kalenderîlerden Bir Oyun ve Metin And
    0

    BEĞENDİM

    Mehmet Hakan Kekeç

    Kalenderîlik bugün hâlâ çözüme kavuşmamış bir mesele: Bu tuhaf/yarı çıplak herifler deli midir veli midir? Alim midir zındık mıdır? Toplumla uyumsuz inziva ve alışkanlıkları kasıtlı mıdır yoksa bu bir tür avam dindarlığı mıdır? En önemlisi Kalenderîlik bir yol mudur yoksa meşrep midir? Allahualem…

    Kalenderîlik meselesine yaklaşımda biri Ahmet Yaşar Ocak’ın diğeri Ahmet T. Karamustafa’nın temsil ettiği iki farklı yaklaşım olduğunu görüyoruz. Ocak hoca Kalenderîliği Köprülü paradigmasına uygun şekilde yerel/pagan unsurlar ile ortodoksi arasında bir ara form (heterodoksi) olarak görmeye yatkınken, Karamustafa hoca 13.yy’ın ürettiği yeni zühd hareketinin temsilcileri olarak görüyor Kalenderîleri. İlkinde Kalenderîlik bir tarikat da olabilirken ikincisinde meşrep olarak ele alınıyor.

    Tartışmayı kenara bırakıp 16.yy Osmanlısından bir Kalenderîlik hikayesi anlatayım size. Hikayeyi aktaran, o dönemde Osmanlı/Türk topraklarında gözlemler yapan Antonio Menavino… Aslında bir esir olarak buralarda dolaşan Menavino, Kalenderîlerden bahsederken “torlaklar” ifadesini kullanıyor. Torlak, genç-toy-acemi gibi anlamlara geliyor. Biz şimdilik “genç dervişler” deyip geçelim. Anlattıklarından anlıyoruz ki sadaka toplamayı meslek edinmiş bu torlaklar, gittikleri yerlerden para koparmak için bir “felaket yaklaşıyor” oyunu oynuyorlarmış. Gerisini yabancı gözlemci aktarsın:

    “Genellikle aralarında çok saydıkları ve Tanrı gibi taptıkları yaşlı bir adam olur. Bir kente girdiklerinde kentin en güzel evinin etrafında bir ‘kendinden geçme’ ritueli gerçekleştirirler. Sonra yaşlı adamın ‘bu kente büyük bir kötülük’ geleceğine dair kehanetlerini sessizce dinlerler. Sonra müritler bu felaketi önlemesi için yaşlı adama yalvarırlar. Yaşlı adam ise bir isteksizlik gösterisi eşliğinde Tanrıya dua eder. Eskiliği nedeniyle saygın olan bu oyun -herhalde epey korkmuş olan- cahil halkın onlara büyük sadakalar vermesini sağlar.”

    Zekice doğrusu. Bu küçük ‘sadaka koparma gösterisi’ dahi, tarihe bakış konusunda ne kadar çok pencereye sahip olmamız gerektiğine dair bir nasihattır. Ortaya torlaklar tarafından bir ‘performans’ seriliyor. Bu tarz gösterilerin kökenini -itiraf etmek gerekiyor ki- rituelleri ‘performans ve gösteri’ye dayanan pagan dönemlerde aramak gerekir. Metin And hocanın açtığı kapıdan sanırım birinin artık girmesi lazım.

    ‘Dionisos ve Anadolu Köylüsü’ adlı Metin And imzalı kitap başlangıç için faydalı olacaktır. Bakın Tahir Alangu bu kitap için ne diyor:

    “Metin And’ı, tiyatro tarihi üzerindeki incelemeleri, kendiliğinden halkbilgisine ve Anadolu’daki halk törelerine götürmüş görünüyor. Anadolu ‘seyirlik halk oyunları’nın kaynaklarını araştıran bu kitabında, eski dinlerin kalıntıları olan bu oyunları, Ortadoğu ve Ege uygarlıklarından bilinen törelerle ve kültürlerle karşılaştırıyor.

    Her şeyden önce bu genç araştırıcının eski kuşaktakilerden ayrılan özelliklerinden en olumlusuna, çalışkanlığına değinmeliyim. Tuttuğu yoldaki çabası onu, bilim adamının her yerde çok çekindiği acele ve zayıf delillerle tamim yanılmalarına götürme ihtimallerine rağmen, aralıksız sürüp gittiğine göre, onu daha güçlü ve doyurucu eserlere elbette ulaştıracaktır.”

    Alangu’nun ifadeleri sanırım gerçekleşmiş birer kehanet gibi duruyor.

    Devamını Oku