WOTTV E-DERGİ
DOLAR 32,2253 0.05%
EURO 35,1622 0.1%
ALTIN 2.502,170,09
BITCOIN 2136828-0,98%
Yusuf Alabarda

Yusuf Alabarda

08 Mayıs 2024 Çarşamba

    Obez ve Kaynak Zengini Kamu İle Yol Arkadaşı Nepotizm

    Obez ve Kaynak Zengini Kamu İle Yol Arkadaşı Nepotizm
    0

    BEĞENDİM

    Yusuf ALABARDA – 08 Mayıs 2024

     

    En son söyleyeceğimi en başta söylemeliyim, bizzat tanımadığım hiçbir belediyede işlerin eş dost ve akraba kayırmacılığından arındırılmış olduğuna asla kefil olmam lakin CHP’li belediyelerde öyle atamalar yapılıyor ki şaşar kalırsınız.

    Oysa yıllardır liyakat ile yerel yönetimlerin idare edileceğini sağır sultana dahi duyuran CHP’li belediyeler olmuştu. Zaten son beş yıl içinde başta İstanbul ve Ankara belediyelerinde olan bitenden habersiz değildik fakat şimdilerde eş-dost atamaları alenen zirve yaptı.

    Dakika geçmiyor ki falancanın kızı falanca makama, falancanın eşi falanca belediye başkan yardımcılığına atanmamış olsun.

    Madem bu eş, dost, akraba kayırma işinde iktidar partisine rahmet okutacak düzeyde yapacaktınız neden liyakat falan diyerek milleti enayi yerine koydunuz ve ısrarla koymaya devam ediyorsunuz?

    Balıkesir, Bursa, Kadıköy, Çankaya, İzmir, Afyon, İstanbul ve daha nice şehirler eş dost akraba ile doldurulmaya devam ediliyor. Bu yapılırken de çifte mesajlar verilmeye ve insan aklı ile alay edilmeye devam ediliyor.

    Geçtiğimiz gün Ekrem İmamoğlu yine ısrarla akılımızla alay edercesine liyakat falan diyordu ki yine gündeme eş dost birçok atama haberi düştü.

    Afyon Belediyesi koltuğuna oturan Burcu Köksal seçimden önce eş dost atamaları konusunda öyle üst perdeden laflar ediyordu ki ikna olmayacak bir Adem oğlu bulamazsınız. Dün gazetelerde hanımefendinin 120 bin TL maaş ile CHP Merkez İlçe Başkanı Büşra Çetinöz’ün eşi Ahmet Çetinöz’ü hukuk danışmanı yaptığı haberlerini okuduk.

    Yahu binbir afra ve tafra ile akraba kayırıcılığı yapmayacağınızı anlatmanızın üzerinden haftalar geçmeden bu atamaları yapıyorsunuz ve yüzünüz dahi de kızarmıyor mu?

    Ne anlatacaksınız Afyon’un sokağındaki insana şimdi?

    Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ise baldızı Sezen Uğurlu’yu ve CHP Bursa Milletvekili Kayıhan Pala’nın eşi Şafak Pala’yı, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nde daire başkanı olarak atadıktan hemen sonra yeğeni Furkan Bozbey’i de kentin imar işlerinden sorumlu BURKENT’in başına atadı.

    Öyle bir iç genişlikleri var ki bu konuda, Bozbey efendiye sorulunca ‘Soy isminin Bozbey olması o makamda değerlendirilmesinin önüne geçmemeli’ diyebiliyor.

    Olan biteni görünce aklıma büyük Türk filozofu Hoca Nasreddin geliyor.

    Evet, yanlış duymadınız bir fıkra kahramanı değil büyük Türk filozofu Hoca Nasrettin…

    Hoca son derece sıcak bir Ramazan günü iftara çağırılır ve davetliler iftar sofrasına hep beraber otururlar. Ortaya da buz gibi bir tas hoşaf gelir.

    Ev sahibi, Hoca’nın ve misafirlerin önüne küçük kaşıklar koyarken, kendi önüne de kepçe büyüklüğünde bir kaşık koyar. İftar açıldığında, ev sahibi kepçeyi hoşaf tasına daldırıp içtikçe, ‘Ohhh, öldüm’ der.

    Hoca ve diğerleri küçücük kaşıkla hoşafın tadına bir türlü varamazlar. Hoca bakar ki olacak gibi değil, kepçeyi kaptığı gibi ev sahibinin elinden alır. ’Efendi, efendi, ver şu kepçeyi de biraz da biz ölelim’

    Hoca’nın misali, verin de biraz Afyonlular, Bursalılar da buz gibi hoşaftan nasiplensin.

    İşte tüm bu olan bitenin altında yatan aslında iki ana unsurdur.

    Birincisi kamu malını kullananların beyt’ül mal kavramını yağmalanması gereken bir ganimet görecek bir ahlaki düzeyde olmaları.

    İyi ama bunları da millet seçmiş dediğinizi duyar gibiyim.

    O zaman biz seçmenlerin de kendimize ayna tutmasının elzem olduğunu söylemem de sanırım bir beis yoktur.

    Ayrıca bu hususu ele alırken zerre parti farkı gözetmeden tüm partilerde bu hassasiyeti göstermek istemeyen bir grubun varlığını bilerek yazdığımı bir kez daha beyan etmek isterim.

    İkincisi ise devletçi anlayışın iliklerimize kadar sirayet etmesi ve böylece devlet denilen organizasyonun tekelinde her daim sömürülebilecek oranda büyük kaynakların bulunması.

    Maalesef ülke olarak kamunun her geçen gün gözümüzün önünde obezleşmesine ve genişlemesine dair hiçbir şikayetimiz yok. Öyle olunca belediye kaynakları başta tüm kamu kaynağının olduğu alanlarda bu türden mide bulandırıcı konular her daim yaşanıyor ve yaşanmaya da devam edecek.

    Mesela sürekli tartıştığımız makam aracı saltanatını ele alalım.

    Konu sadece makam aracı saltanatı değil, o bir sonuç.

    Peki, gerçek sebep ne?

    Bu kadar geniş bir alana yayılmış ulufe gibi dağıtılan kamusal makamlar.

    Bu makamların varlığını sorgulamadan direkt araçları sorgulamaya başlarsak, her zaman esası gözden kaçırmış oluruz.

    Devamını Oku

    Koca Bir Milletin Kimliği İnkâr Edilirken Tek Bir Yaprak Kıpırdamıyor

    Koca Bir Milletin Kimliği İnkâr Edilirken Tek Bir Yaprak Kıpırdamıyor
    0

    BEĞENDİM

    Yusuf ALABARDA – 26 Nisan 2024

     

    Uluslararası yayınlanan raporlar Yunanistan denilen endoktrinasyon cenderesinden geçirilme devletin ısrarla Türk kelimesine karşı geliştirdiği alerji devam ediyor.

    İçinde Türk kelimesi geçen tüm dernekleri kapattığı için AİHM tarafından mahkûm edilmesine rağmen Yunanistan bunu duymazdan gelmeye ya da hukukun yanından dolaşarak aşmaya gayret ediyor.

    Üstelik bu endoktrine edilmiş bir halktan oluşan bu devlet hem bir AB üyesi hem Euro Zone üyesi hem de Schengen üyesi.

    Peki, bugüne kadar hakkında alınan mahkûmiyet kararlarını uygulamadığı için Yunanistan’ı Avrupa’ya ait bazı oluşumlardan ihraç etmekle tehdit eden birilerini gördünüz mü?

    Görmezsiniz ama Batı istisnacılığının ve iki yüzlülüğünün ne anlama geldiğini Ursula Von Der Leyen denilen ahlak nasipsizi üzerinden ya da ABD Savunma Bakanlığı sözcülüğünü yapan ve tiyatro sanatçılarına taş çıkartacak derecede rol yapan John Kirby isimli şahıs üzerinden ne demek istediğime şahitlik edebilirsiniz.

    Avrupa Komisyonu Başkanlığı koltuğunda oturan bu ahlak nasipsizi Rusya’nın Ukrayna işgali başladığında ‘Rusya’nın sivil altyapıya, özellikle de elektriğe yönelik saldırıları savaş suçudur. Kışın gelmesiyle birlikte erkek, kadın, çocukların su, elektrik ve ısınmanın kesilmesi, bunlar saf terör eylemleridir’ demişti.

    Doğrusu bağımsız bir devletin işgal edilmesini hiçbir şartta kabul etmeyen birisi olarak Leyen’in bu sözlerine dair herhangi bir yorum da yapmamıştım.

    Aynı Leyen, bırakın alt yapıya zarar vermeyi, Gazze şeridindeki tüm şehirleri haritadan silen ve on binlerce masum bebeği katleden İsrail isimli devleti savunmaktan imtina etmeyecek hayasız açıklamalar yapabildi.

    Ne demişti?

    Leyen, İsrail’in soykırıma varan saldırıları karşısında ‘İsrail ile dayanışma içinde kalmaya devam edeceğiz ve İsrail’in kendini savunma hakkı var’ diyebilmişti.

    Bunu derken yüzü dahi kızarmadı.

    Belki de o topraklarda yüz kızarması kavramı, o topraklar dışında kalan insanlar için geçerli olan bir terminoloji değildir.

    İşte aynı Batı, Yunanistan isimli bu devlete karşı da hem kör hem sağır.

    Yunanistan AB içerisinde kimlik inkarcılığının zirvesinde olan bir devlettir.

    Atina’da size gömüldüğünüzde bir metrekare Müslüman mezarı tahsis etmeyen bu hastalıklı kafa, TÜRK Kelimesine tahammül edemiyor, Batı Trakya’daki soydaşları Müslüman Yunan görüyor.

    Bari Müslüman Yunan kabul ediyorsun Atina’da bir Müslüman mezarlığına müsaade et.

    Yok…

    Fransız haber kanallarından İngiliz haber kanallarına varıncaya kadar birçok haber portalı Yunanistan’daki düzensiz göçmenler için neden Atina’da Müslüman mezarlığının olmadığını sorgulanıyor.

    Oysa kendi vatandaşına bile bu hakkı çok gören faşist bir devletten bahsediyoruz.

    Bugünkü Yunan hukukuna göre Yunanistan’da Yunan dışında hiçbir etnisite yaşamıyor.

    Katıksız Yunan olan bir ülke yani…

    Bu kapsamda Vlahların da Alban (Arnavut) azınlığında çingenelerin de Pomakların da kimliklerinin inkâr edildiği bir ülke.

    Türkiye hiçbir karşılıklılık ilkesi gözetmeksizin müsadere edilmiş tüm azınlık mallarını iade etmesine rağmen Batı Trakya Müslüman Türk halkının mal varlıkları Yunan Devlet aygıtı tarafından hala müsadere edilmektedir.

    İçerisinde TÜRK kelimesi geçen bir dernek ya da kuruluş gördüğünde adeta sarımsak görmüş vampire dönen bu endoktrine devlet baskıcı ve faşizan politikalarına devam ederken Türkiye’deki Fener Rum Patrikhanesi ise cemaati olmayan kiliselerde ayin yapma özgürlüğünü kullanıyor.

    Elbette dominant bir kültürden gelen bir milletin ferdi olarak, ekalliyetin ibadet hürriyetini kullanabilmesinden duyduğum bir rahatsızlığım yok hatta bilakis ülkem ve milletim ile iftihar ediyorum.

    Tüm yüreğimle Patrikane’nin kiliselerde  diledikleri zaman diledikleri kadar ayin yapma hakkını sonuna kadar destekliyorum.

    Lakin bir takım gerekçeler ile her 15 Ağustos’ta, yani Trabzon’un Fatih Sultan Mehmet Han tarafından fethedildiği 15 Ağustos 1461 tarihinde, Sümela Manastırında körün gözüne parmak sokarcasına ayin yapılmasından da son derece rahatsızım.

    Ama altını kalın kalın çizeyim, Sümela Manastırında ayin yapılmasına zerre itirazım yok, sadece neden 15 Ağustos?

    Ortaya koyulan gerekçe Hz. Meryem’in Ortodoks inancında göğe yükselmesi ise bu ayin neden aynı tarihlerde diğer bir Ortodoks Kilisesinde düzenlenemez?

    Çok mu zor ‘Bu tarih Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmet Han’ın Trabzon’u fethettiği tarih olduğu için Trabzon’da böylesi bir ayin kırmızı çizgimizdir’ diyebilmek.

    Zira 2010 yılına kadar böyle bir uygulama yoktu.

    Şimdi herkese açıkça soruyorum, Atina’nın Fatih Sultan Mehmet Han tarafından fethedildiği günde, dini bir gerekçe ihdas ederek Atina’daki Fetih Camii’nde Diyanet İşleri Reisi’nin riyasetinde bir anma merasimi yapmak Yunanistan’da mümkün müdür?

    Selanik’teki Yeni Camii’yi bile bayram namazlarında kendi vatandaşı Müslüman Türk evladına açmamakta direnen, açtığında ise bunu jest diye tanımlayan Yunan Hükümetine karşı Patrikhane bugüne kadar ulu orta bir eleştiri getirmiş midir?

    Tüm bu konulara neden mi girdim?

    Gözümüzün önünde, Avrupa sınırlarında koca bir milletin tüm kimliği inkâr ediliyor, gazetelerde ya da ekranlarda tek bir değerlendirme yok.

    Bilin istedim.

    Devamını Oku

    İran’ın İsrail’e saldırısından alınan dersler

    İran’ın İsrail’e saldırısından alınan dersler
    0

    BEĞENDİM

    Yusuf ALABARDA – 16 Nisan 2024

     

    İsrail’in Şam’daki İran’ın elçilik yerleşkesini hedef alıp yedi İran üst düzey subayı öldürmesinden sonra Ortadoğu’da tüm gözlerin İran üzerinde olacağı biliniyordu.

    Nereden biliniyordu?

    Çünkü İran bugüne kadar coğrafyada nereye çöreklenmek istese Kudüs’ün kurtuluşuna giden yolu hep oradan geçirdi. Hatta en son Kudüs’e giden yolu Azerbaycan’dan da geçirmeye yeltenince Erdoğan’ın Şuşa Beyannamesini hatırlatan Nahcivan konuşması zaruret haline geldi.

    Peki Netanyahu hükümeti İran’ın Şam’daki toprağı kabul edilen elçilik yerleşkesine saldırırsa İran’ın göstermelik de olsa bir mukabelede bulunacağını tahmin etmiyor muydu?

    Elbette ediyordu ve hatta sırf bu ortamı oluşturabilmek adına bile isteye bu saldırı gerçekleştirildi. İsrail son altı ay içinde 18’den fazla İranlı üst düzey askeri, Lübnan ve Suriye’de öldürmüş ve İran’dan sözlü cevap dışında bir açıklama dahi gelmemişti.

    Bu demek oluyor ki İsrail İran toprakları dışında öldürmeye devam edebilirdi.

    Netanyahu’nun hesabı

    Netanyahu’nun İran toprağı sayılan bir lokasyona saldırmaya hava kadar, su kadar ihtiyacı vardı.

    İran saldırısı, Netanyahu’nun koltuğunu koruyabilmesi ve iç kamuoyunu konsolide etmesi için bulunmaz bir fırsat sunabilirdi, sundu.

    Son zamanlarda kendisine yönelik baskı uygulayan Biden yönetimini kendi yanında görmek istiyordu, gördü.

    Dünya kamuoyunda nefretle karşılanan bir Gazze soykırımı vardı ve biraz da olsa mağdur olmanın mutluluğunu yaşamak istiyordu, yaşadı.

    Hatta ahlaksızlığı o denli zirve yaptı ki mağdur olarak BMGK’yı acil toplantıya bile çağırdı.

    Lübnan ve Refah’a yönelik saldırılarına bir meşruiyet aramaktaydı, kendi zaviyesinden onu da buldu. Sanırım bu vakitten sonra Lübnan cephesi son derece ısınacak.

    Şimdi gelelim bu yazının esas değerlendirme konusuna: ‘İran’ın saldırılarından çıkarılması gereken dersler nelerdir?’

    İran, İsrail’in ABD ve Siyonizm’in korumasında bir caydırıcılığa sahip olduğunu gayet iyi biliyordu ve bu doğrultuda vermesi gereken karşılığı da ona göre vermek durumundaydı, öyle de oldu.

    Yapılan misilleme saldırısında üst düzey yedi İran askerine karşı tek bir İsrailli er bile öldürülmedi, sadece Necev çölünde bir Arap bedevi yaralandı. Aslında bunda şaşılacak bir şey yok zira İsrail’e yapılacak ölümcül bir saldırı İran açısından da ölümcül sonuçlar doğurabilirdi.

    Yani, İran yapması gerekeni yaptı.

    Peki o zaman neden İran hala eleştiriliyor?

    Bunun iki sebebi var.

    Birincisi, İran Kudüs’e giden yolu hep kan ve gözyaşı ile birlikte İslam beldelerinden ve Müslümanların üzerinden geçirdiği ve hamaset dolu bir lisanı 50 senedir kullandığı için insanlar günün sonunda İran’a ‘Neden harekete geçmiyorsun?’ anlamında eleştiriler getiriyorlar.

    İkincisi, İran adeta İsrail’e zarar vermemek üzere ölçülmüş ve hesaplanmış bir saldırı gerçekleştirdi. Tıpkı Kasım Süleymani’nin öldürülmesi sonrası ABD Başkanı Trump’a haber vererek saldırdığı gibi.

    İran saldırısında kullanılan silahlar

    İran bu saldırıda daha çok kamikaze dron sistemlerini ve seyir füzelerini kullandı. Önce İran topraklarından 170 adet kamikaze dron, saatte 180 km yol alacak şekilde yola çıkarıldı. İran İsrail arasındaki mesafenin 1500 km olduğu dikkate alınırsa bu dronların İsrail’e ulaşması altı saatten daha fazla sürdü.

    Ayrıca bu dronlar İran hava gücü tarafından korunmadığı için İsrail ve müttefiklerine bunları düşürmeleri için bol miktarda zaman tanındı.

    ABD, İngiltere, Ürdün, Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkelerin hem hava savunma sistemleri hem de savaş uçakları bu maksatla yoğun olarak kullanıldı ve kamikaze dronlar İsrail hava sahasına dahi giremeden imha edildi.

    Bir diğer kullanılan silah sistemi ise seyir füzeleri idi.

    İran’ın elindeki seyir füzelerinin teknolojik gelişmişliğine dair elimizde fazlaca bir veri mevcut değil lakin 30 adet atıldığı duyurulan bu seyir füzelerinin de hem İsrail hem de İsrail’in müttefiki ülkelerin hava savunma sistemleri tarafından düşürüldüğünü görüyoruz.

    Seyir füzeleri dronlara göre hem daha hızlı hem de doğrusal bir rota takip etmiyorlar. Ayrıca oldukça alçak irtifadan seyrettikleri için karada konuşlu radar sistemleri tarafından tespit edilmesi oldukça güç. Buna rağmen hem İsrail hem de İsrail etrafında bulunan ülkelerde konuşlu ABD birliklerinden atılan hava savunma füzeleri ile bu seyir füzeleri de çok büyük bir oranda imha edildi.

    İran’dan atıldığı iddia edilen balistik füze sayısı oldukça fazla.

    Tam 120 adet.

    Bu füzelerin kahir ekseriyetinin de İsrail dışında imha edildiği yapılan açıklamalara yansıdı. Bu tablodan da anlaşılacağı gibi İran, her ne kadar İsrail’e katmanlı bir dron ve füze saldırısı gerçekleştirmişse de İsrail üzerinde istediği etkiyi oluşturamamıştır.

    Bunun üç temel sebebi mevcuttur.

    Birincisi, İran’ın saldırıyı çok önceden belli etmesi ve saldırıya dronlarla başlaması olmuştur. Böylece İsrail ile müttefiklerine gerekli hazırlıkları yapmaları için zaman tanımıştır.

    İkincisi, İsrail ve müttefiki olan ülkelerin son derece gelişmiş hava savunma sistemlerine sahip olmalarıdır.

    Üçüncüsü ise İran silah sistemlerinin yoğun teknoloji ihtiva etmeyen sistemlerden oluşmasıdır.

    Bu durumda Türkiye olarak çıkarmamız gereken dersler nelerdir?

    DRONELAR

    • İnsanlı sistemler hala ana aktör olma özelliğini korusa da insansız sistemler artık muharebelerin her noktasında vazgeçilmezdir.
    • Kamikaze dronlar muharebe sahasında adeta uzun menzilli topçu gibi vazife görecektir. Bu cümle artık topçu sistemlerine ihtiyaç kalmayacaktır şeklinde algılanmamalıdır.
    • Kamikaze dronlar çok uzun menzillerden ziyade muharebe sahasındaki 200 km civarındaki menzillerde daha etkin olmuşlardır. Mesafe uzadıkça ve dronların seyir hızlarında bir değişiklik olmadıkça etkisiz hale getirilmeleri daha kolay olacaktır. Nitekim Ukrayna sahasında ve Karabağ’da daha kısa mesafelerde sıklıkla ve başarıyla kullanıldıklarını müşahede ettik.
    • Kamikaze dron sistemleri üzerinden SİHA ve insansız sistem değerlendirmesi yapmak her daim eksik bir analiz olur zira insansız sistemleri kamikaze dronlardan ayırt eden çok fazla bileşen mevcuttur.
    • Bu bileşenlerin içinde insansız sistemlerin seyir füzelerinden hava-hava, hava-kara füzelerine varıncaya kadar karmaşık sistemleri taşıyabilmeleri vardır. Ayrıca çok düşük hızlarda hareket eden kamikaze dronların tersine, çok yüksek hızlarda uçan ve yüksek manevra kabiliyeti olan, radara yakalanmayacak gövde yapısına sahip insansız sistemler de mevcuttur.
    • Türkiye’de üretilen TİHA (Taarruzi İnsansız Hava Aracı) ve MİUS (Milli İnsansız Uçak Sistemi) gibi sistemlerin yakın bir gelecekte AESA radarı kullanıyor olmaları da bu sistemlerin muharebe etkinliğini daha da arttıracaktır.
    • Kamikaze dronlar ile tüm insansız sistemleri aynı kümenin içine alarak hüküm vermenin ve var olan insansız sistemleri küçümsemenin ya da itibarsızlaştırmanın en temel kaygısı Türkiye gibi insansız sistemlerde çok önemli bir avantaj yakalamış bir ülkenin insanlı sistemlere bağımlılığını devam ettirmektir.
    • Havadaki insansız sistemlerin etkinliğinin arttırılması için muharip insanlı uçak sistemlerinin varlığı kuşkusuz son derece kıymetlidir. Bu yüzden müşterek kullanım doktrini üzerinde şimdiden hassasiyetle çalışılmalıdır. Gelinen noktada insansız sistemlerin tek başlarına güçlü ve gelişmiş muharip hava filolarına karşı tek başlarına yeteceklerini öne sürmek elbette akıl dışıdır.
    • İnsansız sistemlerin başarısı çok katmanlı bir HSS ağı ile entegrasyona ve gelişmiş bir radar entegrasyonuna da bağlıdır.

     

    SEYİR FÜZELERİ ve BALİSTİK FÜZELER

    • Seyir Füzelerinin nokta vuruş hassasiyetleri geleceğin harplerinde önemlerini daha da arttıracaktır.
    • Sadece karadan değil deniz ve hava unsurlarından da eş zamanlı atılabilmeleri seyir füzelerinin kullanımını her geçen gün daha da arttıracaktır.
    • Daha hızlı seyreden, yüzeye çok yakın bir şekilde seyredebilen hassas vuruş yüzdesi yüksek, milli motor ile çalışan seyir füzelerine olan ihtiyaç ve bunları atacak platformlar son derece önem arz etmektedir.
    • Balistik füzeler ise hedefe sesin birkaç kat üzerinde gitme kapasitesi olduğundan düşman hava savunma sistemleri tarafından etkisiz hale getirilmesi daha da zorlaşmaktadır. Önümüzdeki süreçlerde bir kara harbi öncesi ya da sırasında balistik füzeler sahip olan ülkelere önemli avantajlar sağlayacaktır.
    • Türkiye’nin envanterindeki BORA (280+KM) ve TAYFUN (500+KM) balistik füzelerinin önümüzdeki yıllarda menzil, harp başlığı ve seyir hızlarında daha da iyileştirmelerin olacağını öngörmek sürpriz sayılmamalıdır.

     

    HAVA SAVUNMA SİSTEMLERİ (HSS)

    • Artık gökyüzünün hava üstünlüğü olan devletler açısından dahi emniyetsiz hale geldiğini görüyoruz. Bu emniyetsiz ortamda hava savunma sistemlerinin önemi her geçen gün daha da artacaktır.

    Türkiye son 10 yıl içerisinde çok katmanlı bir HSS oluşturabilmek için oldukça önemli başarılar elde etti. Önümüzdeki yakın gelecekte yüksek irtifa HSS olan SİPER de devreye alınarak ülkenin hava müdafaası gelişmiş düzeyde sağlanacaktır.

    HİSAR sınıfı alçak ve orta irtifa hava savunma sistemlerinin seri üretim şeklinde teslimatlarının şimdi olduğu gibi gelecek dönemde artarak devam edeceğini öngörebiliriz.

    • Ağ bağlantılı ve gelişmiş radar ağı ile entegre edilmiş tümleşik bir hava savunma sistemi, coğrafya olarak çok büyük bir alana yayılan Türkiye gibi bir ülkenin hava müdafaası için bir zarurettir. Bu bağlamda gelişmiş radar sistemleri ve müşterek komuta kontrol sistemlerinin daha da geliştirilmesi son derece kritik bir husustur.
    Devamını Oku

    Demek Haluk Bayraktar isimli kişi…

    Demek Haluk Bayraktar isimli kişi…
    0

    BEĞENDİM

    Yok öyle cephe taarruzu.

    Artık size saldıranlar siz görünümlü ya da en azından argümanları siz görünümlü.

    Ağacın kurdu içinden olurmuş dedirtecek cinsten.

    Bu mümkün değilse mesajların tamamı çift başlı ama üstat Necip Fazıl’ın dediği gibi birinden nur birinden kir akmıyor, ikisinde de ağu balın içine saklanmış durumda.

    Siz sanıyor musunuz ki savunma sanayisine bodoslama saldıracaklar?

    Öyle yapana bu milletin gün yüzü göstermeyeceğini onlar en az sizler kadar iyi biliyor.

    O yüzden bir yandan suret-i haktan gözükme gayretinde olacaklar diğer yandan da tenhada iblis ile el sıkışmaya devam edecekler. Ferasetiniz varsa, doğruyu söyleyen değer görüyorsa ne ala, ikisinde de mahrumsanız ağacın kurdu kendi içinden olur misali o kurtlar koca gövdeyi kemirmeye devam edecekler.

    Şimdilerde de olan bu.

    İstanbul Ticaret Odası önünde yapılan gösteriye her anlamda izin verildiği halde baş örtülü bir gösterici üzerinden polise balgam atma yarışına girmeleri bu yüzden

    CHP gençlik kolları Filistin konusunda susanın dilsiz şeytan olduğuna dair paylaşımlar yapıyor.

    Peki ya ısrarla HAMAS terör örgütüdür diyen Genel Başkanlarına dair diyecekleri bir şey var mı acaba?

    İsrail’e dilinin kenarı ile de olsa bir eleştiri getirmeden önce yedi kez HAMAS terör örgütüdür diyerek adeta abdest alırcasına girizgâh yapan bir Genel Başkan’ın gençlik kolları ‘haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır’ paylaşımı yapıyor.

    O yüzden son bir haftadır kazanan belediye başkanları koltuklarına besmele ile oturuyor, illerindeki camilerde sabah namazı kılarak işe başlıyor. Buna karşı çıktığım da yok kimsenin niyetini sorguladığım da yok lakin bu değişim tartışmasız Erdoğan’ın eseri.

    Ne yani, mitinglerinde ‘inşallah, maşallah’ dedi diye Erdoğan’ın partisine kapatma davası açıldığında bu davayı sonuna kadar destekleyenler birdenbire aydınlanma mı yaşadı?

    Benzerlerini 28 Şubat sürecinde bolca görmüştük, sanırım hafıza-i beşer nisyan ile maluldür diye filmin bazı bölümlerini tekrardan devreye almaya karar vermişler. Bazı bölümlerini diyorum çünkü şu sıralar ne tank yürütebilecek mecalleri var ne de yargıya Genelkurmay Karargahında brifing verebilecek otonom alanları.

    İşte şimdi de İBB’nin kurumsal hesabından Haluk Bayraktar için ‘Haluk Bayraktar isimli kişi’ ve ‘Haluk Bayraktar isimli kullanıcı’ gibi ifadeler eşliğinde açıklamalar yapılıyor.

    Oysa Haluk Bayraktar eşiğinde bekleştikleriniz için tanınmayan birisi değil.

    Siz, Haluk Bayraktar’ı Karabağ cephesinde dar durumda kaldığı bir anda tepesinde TB2 Bayraktar’ı gören ve ‘Nuri Paşa’nın ruhu Kafkas semalarında göründü’ diye haykıran kahraman Azerbaycan askerine sorun.

    Siz, Haluk Bayraktar’ı hududun bilinmez noktalarında vatan görevi yapan Memed’in anasına sorun.

    Siz, Haluk Bayraktar’ı Suriye’de ve Irak’ta kahramanca görev yaparken sırtını önce Allah’a sonra SİHALARA dayayan kahramanlara sorun.

    Siz, Haluk Bayraktar’ı terör örgütlerine boğazlatılan Libya’dan Somali’ye coğrafyanın tüm mazlumlarına sorun.

    Peki kime sormayın?

    Bin yıllık Türk yurdu Karabağ’da işgal altındayken ‘Maalesef Türkiye Azerbaycan’a silah gönderiyor’ diye efendilerine yaltaklanan kişilere sormayın.

    ‘Maalesef SİHALAR JİTEM oldu’ diyen partinizin kod numaralı mensubuna sormayın.

    ‘Alevilerin neden bir PKK’sı olmalıydı?’ diye yazılar yazan terör sevicilerine sormayın.

    Savunma Sanayi efendileri adına hedefte

    Zerre kadar şüpheniz olmasın, Nuri Killigil’e, Nuri Demirağ’a ne yaptılarsa bin beterini yapacaklar ama bu sefer işi tereyağından kıl çeker gibi yapma derdindeler, acıtmadan, incitmeden, kırmadan, dökmeden.

    O yüzden yeri geldiğinde camide safa girecekler, yeri geldiğinde kilisede mum yakacaklar ve kendilerine yakın olan tüm kalembazları, kelambazları ve siyasetin itibarsızları denebilecek kullanışlı elamanları devreye sokmaya devam edecekler.

    Tam bu sebepten ‘Türkiye İsrail’e jet yakıtı satıyor’ yalanını Selçuk Bayraktar fotoğrafı ile paylaşıyorlar.

    Baykar grubu jet yakıtı satma gibi bir ticari alanın içinde bulunmuyor lakin son zamanlarda jakuzi örneğinde olduğu gibi ‘resim temsilidir’ diyerek işin içinden çıkmaya alıştıklarından bu ahlaksızlıkları da dert edinmiyorlar.

    Aslında temsili olan bu yalanlara ısrarla imza atanların namusları ve ahlaklarıdır.

    Devamını Oku

    Tarzan Zorda

    Tarzan Zorda
    0

    BEĞENDİM

    Yusuf ALABARDA – 20 Mart 2024

     

    Sanırım Türk siyaseti böylesini ne gördü ne duydu.

    Ülke, Osman Bölükbaşı gibi kürsüye çıktığında meydanları inleten ve son derece nüktedan siyasetçiler gördü, Süleyman Demirel gibi Anadolu’nun köylerinde isim bazında insanları tanıyan ve o iletişim çağında dahi irtibatı muhafaza eden, ‘Çoban Sülü’ lakabını onurla taşıyan siyasetçiler gördü.

    Necmettin Erbakan gibi Meclis’e elinde file ile gelip, filenin pazarda kaça dolduğunu anlatan, sanayi hamleleri ile alakalı fikirlerini yılmadan millete izah eden bir siyaset zekasını gördü.

    Turgut Özal gibi dünyada olan biteni kavramada son derece ileri görüşlü siyasetçileri gördü.

    Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte ülkenin son çeyrek asra zaten hep beraber şahitlik ediyoruz. Kendisi ile birlikte ülkenin her bir köşesinde yapılan devasa alt yapı yatırımlarına da şahit olduk, uluslararası her alanda başımızın dik durmasına sebep olan duruşuna da.

    Ama bunun gibisini son asırda ne gören oldu ne de duyan oldu.

    Ne dünyayı okuma kapasitesi var ne Türkiye siyasetini anlama becerisi.

    Seçildiği günden bu yana kendisini 2023 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırladı.

    Bu uğurda İstanbul’a vermesi gereken hiçbir hizmeti zerre kadar umursamadı. İstanbul’u sel basarken tatilini dahi bozmadı, selin olduğu bölgeye şöyle bir uğradı tekrar doğrudan Ege’nin mavi sularına gömüldü.

    Partisinin Genel Başkanı, Elazığ’daki depremde gelen yardımları koordine etmesi için görev verdi ama O Elazığ’da biraz gözüküp doğru kayak merkezine geçti. Kendisine bunu hatırlatanlara İBB Meclis kürsüsünden ‘o kayak takımları…’ diye başlayan ifadelerle hakaret etti, tıpkı Ordu Valisini kastederek ‘O valiye söyleyin, itlik yaptı’ demesi gibi.

    Gerçi konu yargıya intikal edince ‘itlik demedim, basitlik’ dedim dese de sanırım bu mazereti mahkeme tarafından kabul görmedi.

    YSK üyelerine yönelik hakaretinden dolayı başlayan süreç ise hali hazırda yargının konusu.

    Sonra İstanbul’u adeta kaderine terk ederek Türkiye gündemine dair beyanatlar vermeye başladı.

    İBB Başkanı olarak S400 alımlarına dair dahi beyanatlar veriyor, belediye hizmeti hariç her konuda fikir beyan ediyor hatta İstanbul kar ile mücadele ederken O İstanbul’da sote bir balıkçının mekânında İngiliz Büyükelçi ile özel bir yemek yiyordu.

    O mekânda o elçi ile ne konuşuldu bugüne kadar ne bileni var ne de duyanı.

    Bu arada İstanbul’un sorunları her geçen gün çığ gibi büyümeye devam etti.

    Altılı masa kurulunca Cumhurbaşkanı adayı olabilmek adına yapmadığı acullük kalmadı ama Kemal Kılıçdaroğlu o masayı kendisi için kurduğundan O’na o şansı tanımadı.

    Bu sefer ablalarının kendilerine çizdiği yoldan Ankara Belediye başkanı ile başka bir kariyer planlaması peşinde koştular: Cumhurbaşkanı Yardımcılığı

    Birisi muhafazakâr kasaba ve vilayetlerde konuşturulurken kendisini Karadeniz ve HDP tabanının yoğun yaşadığı bölgelerde değerlendirdiler.

    Aylarca İstanbul ve Ankara kaderlerine terk edilirken mezkûr ikili de şehir şehir gezdi. Hatta Ankara’daki isim Mansur Yavaş büyük bir algı ile bu gezileri sırasında nasıl devletten bu dönem için maaş almadığını böbürlenerek kitlesine anlatıp kaderine terk edilmiş Ankara’yı bile unutturmaya çalıştı.

    Kah el ele verip ‘kazanıyoruz’ dediler, kah ‘onlar yalancı, kazandık’ dediler ama olmadı sandıktan yine Recep Tayyip Erdoğan çıktı.

    Sonra ne mi oldu?

    Sonra herkes köyüne döndü ve acı gerçekler ile yüzleşmek durumunda kaldı ama artık vakit çok geçti.

    Beş sene boyunca taş üzerine taş koymayan bu ikili Kuzey Kore şehirleri gibi her adım başına posterlerini asma telaşına düştüler.

    Beş yıl içinde kendilerinin bizzat projelendirerek sıfırdan başladıkları tek metro olmadığı halde milletin gözünün içine baka baka sıfırdan biz başlattık dedi.

    Hiç sıkılmadı.

    Ankara’daki ise 58 km metro sözü vermesine rağmen 1 metre dahi metro yapamadı.

    Şimdi Tarzan zorda…

    Stratejik tercihlerinin tamamında baltayı taşa vurunca olan İstanbul’a oldu.

    Şimdi İstanbul’un her yeri dökülüyor.

    İnsanlar yanan otobüslerde seyahat etmek zorunda kalıyor.

    Trafik her geçen gün daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

    Deprem ise her vesile ile kendini hatırlatıyor.

    Söz verdiği 100 bin dönüşüme uğratılmış yeni konut projesinin yerinde yeller esiyor.

    Tarzan ise stratejik hatalarını demagoji yoluyla aşmaya gayret ediyor fakat bunu yaparken adeta savruluyor.

    Bu şartlarda böyle bir adayın alacağı oyun yüzde yirmilerde kalması beklenirken hala iki katına yakın oy toplayabildiği yazılıp çiziliyor.

    Tüm bunlara rağmen İstanbul’un imkanlarını kendi şahsi ikballeri için bir atlama taşı gibi gören bu zihniyete bir şans daha verirsek, Allah göstermesin deprem İstanbul’u vurup yere serdiğinde ‘Nerde bu devlet’ yerine ‘biz nerede hata yaptık? demeliyiz.

    Hala işinin ehli olan ve gecesini gündüzünü katarak şehirlerimizi dayanıklı şehirler haline getirecek adayları tercih etmek için önümüzde çok önemli bir fırsat

    Devamını Oku